ÜLKEMİZ İÇİN ÖNEMLİ VİRAJ!
Ülkemiz adına tarihi günlerden geçiyoruz. Duygusallık hat safhada...
Yeni anayasayı sakin kafayla, adam gibi tartışacağımız yerde iki üç kelimelik sloganlarla tartışıyoruz.
Işin esasına girenler çok az...
Bir tarafta; "ben evet diyorum; sen de var mısın ?" diyenler...
Öbür tarafta da; "hayır diyeceğim; işte öyle!" diyenler...
Tartışmalar slogan düzeyinde...
Sloganvari söylemden hiç hoşlanmam! Çünkü, sloganlar duygulara hitap eder.
Halbuki, aklımızı ön plana çıkaracağımız günlerdeyiz.
Meseleyi "kişisel" bazda ele aldığımız için, daha baştan kaybediyoruz.
Birçoğumuzun "egosu" tavan yapıyor. İşi, vatan hainliğine kadar götürenlerimiz bile oluyor.
NEDEN BİRBİRİMİZLE DİYALOG KURAMIYORUZ?
Bizden farklı düşünse de karşımızdaki insanlara değer vermeliyiz. Düşüncelerine saygı göstermeliyiz.
Belki, eleştirilerde haklılık payı da olabilir...
Keşke; üç parti, bir araya gelseydi. Kafa kafaya verseydi... Anayasayı birlikte yapsaydı... Aşırı bulduğu noktaları törpüleme imkanı olsaydı...
Ama olmadı... Neyse!..
Şimdi de egolarımızı savaştırıyoruz. Bilinmelidir ki, ego savaşının kazananı olmaz.
DARBE ANAYASASININ FAZİLETİNİ Mİ KEŞFETMEYE BAŞLADIK YOKSA?
Bu diyalogsuzluk, bizi öyle bir hale getirdi ki; sanki, 82 darbe Anayasası'nın "antidemokratik" ve Türkiye'nin "önünü tıkayan" bir anayasa olduğu konusunda genel bir "konsensüse" vardığımız yalanmış...
Her görüşten siyasilerin 82 Anayasasını "yerin dibine" sokarcasına atıp tutmaları yalanmış...
Aslında darbecilerin hazırladığı anayasadan herkes memnunmuş...
Halbuki; mevcut sistemin, gerçek bir "parlamentarizm" ile hiçbir alakası olmadı bu zamana kadar .
Halkın yalnızca figüran olarak kullanıldığı bir sistemin demokratik olduğu söylenemez.
İŞTE, 82 ANAYASASININ SÖZDE BAZI FAZİLETLERİ:
Daha yakın zamana kadar Cumhurbaşkanlarını ve Başbakanları hep; belli odaklar belirlediler.
Zaten, milletvekillerini de ömür boyu partinin başında bulunan "liderler" belirliyorlardı...
Parti başkanı delegeleri; delegeler ise, başkanı seçiyordu. "Al gülüm ver gülüm" kanunu sayesinde başkan "ilanihaye" koltuğunu koruyordu.
Seçim kaybetse de, başkanı koltuğundan "bir milim" dahi oynatacak hiçbir kuvvet yoktu.
Halk ise; sözde demokrasinin "FİGÜRANLARI" idiler...
Aslında; ister gerçek bir parlamenter sistem olsun, isterse başkanlık sistemi; her ikisi de meşru bir yönetim şeklidir.
Bunlardan herhangi birisinin mutlaka "diktatörlük" doğuracağını söylemek doğru değildir, gerçekçi de...
Almanya, parlamenter yönetimle idare edilmesine rağmen "Hitler'i; İtalya ise Mussolini Faşizmini" peydahlamıştır.
Elbette, Başkanlık sistemi ile yönetilen ülkelerde de "diktatörler" çıkmıştır. Ama bu durum bizi bir genelleme yapma yanlışına düşürmemelidir.
Demek ki, diktatörlük yalnızca bu "iki sistem"le alakalı bir husus değil!
Eyalet sistemi de öyle!.. Mesela:
Almanya parlamentarizm. Ama Almanya'da "eyalet" sistemi var...
Fransa ise başkanlık; "üniter" yapıya sahip...
Geçmişte sağ politikacılarımızın, neredeyse "tamamına yakını" başkanlık sistemini arzulamışlardır. Bunların isimlerini biliyorsunuz.
Hatta; solun sevilen ismi, "ZÜLFÜ LİVANELİ" bile: "Devlet Başkanını parlamento değil, biz seçiyoruz. Böyle bir sistem bugünkünden çok daha doğru görünüyor," demiştir.
Hakeza, gazeteci Ertuğrul Özkök de yaklaşık 20 yıl önceki bir yazısında, "başkanlık sisteminin" daha demokratik olduğunu savunmuştur.
Şunu herkesin görmesi gerekir: Mevcut sistem artık, "yürütülemez" bir konumdadır.
Şöyle ki; bürokrasi tarafından adeta kıskaca alınmış; aciz bir "başbakanlık" sözkonusu... Bunun yanına bir de aşırı yetkilendirilmiş bir Cumhurbaşkanlığı makamını koyun!..
Bu şartlarda siz başbakan olsanız, Türkiye'yi Nasıl idare edersiniz?
Tabii ki edemezsiniz!.. Işte; Türkiye'de olan, tam da budur.
Bu zamana kadar, mevcut sistemin başımıza sardığı sıkıntıları sayacak olsak, belki ciltler dolusu yazı kaleme almamız gerekecek.
Eski sistem, demokrat falan değildi!.. Kendimizi kandırmayalım!..
Başbakanların "elini kolunu bağlayarak iş göremez hale getiren bir sistemdi."
Halka karşı olan bir sistemdi!
Siyasetçi ve halkın "güvenilmezliği" üzerine kurgulanmış bir sistemdi.
Siyasetçi, her an hata yapabilir; halk, yanlış birini seçebilirdi...
Sistem, olası hataları kontrol altına alabilmek için siyasetçinin önüne adım başı "bariyer" kurdu.
Bu karşı duruş; yeri geldiğinde şehit olmaktan çekinmeyen mehmetçiğin annesini bile "sadece başörtülü olduğu için;" oğlunun yemin töreninden dahi "men etmeye" kadar ulaştı...
Halkı ile bütünleşemeyen bir sistem, insanlara nasıl huzur verebilir?