GAZ LAMBASI IŞIĞINDA EĞİTİM...
Her 24 Kasım geldiğinde yetmişli yıllara gitmeden edemem.
Üzerimde iz bırakan öğretmenlerimi gözümde canlandırmadan duramam.
Çünkü bu gün hayata bakışımda, duruşumda ve hayatı yorumlamada onların etkisini düşünürüm hep...
İlkokulun ilk dört yılını okuduğum Sevil Şeker sayesinde romanla tanıştım ben...
Romanı ve kitabı ilk o zaman sevdim.
Bütün sınıfa dağıttığı ve yazarını şu an hatırlayamadığım “İftira” adlı roman, bende bu kadar etkili olmasaydı belki de okumayı sevemeyecektim.
Zaten yetmişleri düşünürken o dönemin Fatsa’sını, arkadaşlık ve komşuluk ilişkilerini bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiririm.
O yıllar, kendi kendilerine gözümün önünden geçip giderler.
Bana sormazlar bile...
Tv’nin, cep telefonlarının ya da internetin olmadığı bambaşka bir dönemdi o...
Sabit telefonlar her evde yoktu.
Abone olmak ve telefonu bağlatmak aylar sürerdi.
AVM’lerin olmadığı yıllardı.
Mahalle bakkalı bizim için sadece mahalle bakkalı değildi.
Dosttu, arkadaştı, sırdaştı, yarendi...
Hatta haberleşme merkeziydi.
İnsan ilişkileri şimdi olduğu gibi donuk ve soğuk değildi. Dolayısıyla ruhsuz değildi.
O dönemde “teknolojik hormonlarımız” yoktu bizim...
İnsanla insanın arasına duvar ören “vakit hırsızları” da yoktu.
Teknolojinin hayatımıza girmesi iyi mi oldu, kötü mü oldu?
Dileyen, işin o kısmını tartışadursun.
Ama yetmişlere duyduğum özleme kimse engel olmasın.
On yaşına geldiğimde geçirdiğim bir ameliyat nedeniyle sınıfta kaldım.
Dördüncü sınıfı tekrarlamak zorundaydım.
O sene Sevil Şeker’in eşi Ferhat Şeker’de okudum.
Sadece bir yıl okuduğum halde Ferhat hocamın üzerimde bıraktığı etki çok büyük olmuştur.
Bir insanın “sert” göründüğü halde nasıl kadife gibi bir kalbe sahip olabileceğini ilk onda gördüm.
Hoşgörüyü, müsamahayı...
Çocuğun sadece beynine değil, kalbine nasıl girileceğini bize o öğretti.
Sabah olduğunda sabırsızlıkla okula gitme isteğini bize o kazandırdı.
Öğretmekle yetinmedi.
Aynı zamanda sarsılmaz bir gönül köprüsü kurdu.
Unutamıyorsam ve hep hatırlamak istiyorsam sebebi budur.
Bu arada nice insanlar biliyorum ki; sırf öğretmenine ısınamadığı ve sevemediği için okumaktan nefret ettiler.
Bir nesli böyle yitirdik biz...
Daha sonra ailevi nedenlerle ilkokul beşinci sınıfı Meşebükü yukarı mahallede okudum.
O çocuk yaşımda şehirle kırsal arasındaki eğitim farkını ve yaşamını net olarak gördüm.
Her sabah elimizde sürüye sürüye götürdüğümüz fındık odunu, bunun en bariz örneğiydi.
O dönemde kışlar kışlığını hiç ihmal etmezdi.
Köye elektrik henüz gelmemişti.
Yaydığı kokuyla birlikte gaz lambasının ışığında çalışmayı hiç unutamadım.
Öğretmenimiz Hacı Çapar, bölgenin insanıydı.
Bizim dilimizle konuştuğu için, hiç zorlanmadık ve başarılı bir sezon geçirdik.
Bizimle oynar, bizimle güler ve bizimle ders yapardı.
Geriye dönüp bütün bunları düşününce şanslı olmadığımı söylemek zorlaşıyor.
Her bakımdan çileli yıllardı.
Ama benim belleğimde çileden ziyade hep güzellikler kaldı.
Lafı uzatmayayım: Öğretmenlerimle birlikte tüm öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyor ve onlara yürekten başarılar diliyorum. HOŞÇAKALIN