Hayatı Hakikiye Sahneleri-10 MÜDÜR BEYİN DOLABINDAKİ KİTAPLAR
1970 yılında Gazi Eğitim Enstitüsünde yeni bir boykot yapılınca bakanlık okulu kapattı! Bu kez okulu açması için bakanlığı sıkıştırmaya başladık. Bu zorunlu tatil uzayınca, öğrenciler memleketlerine dağıldılar. Öğrenci Derneği de bu vesile ile bana bir görev verdi: Eğitim Enstitülerini gezerek onların dernek yöneticileriyle görüşmek, okullarımızın geleceği ile ilgili görüşlerimizi aktarmak ve onların görülerini almak.
Trabzon, Samsun, İstanbul, Edirne, Bursa, Balıkesir ve İzmir Eğitim Enstitülerine gidebildim… Görevimi yaptım. Görüşmeleri bir rapor haline de getirerek GEE Öğrenci Derneğine sundum.
Bunlardan İzmir Eğitim Enstitüsündeki görüşme belleğimdeki canlılığını koruyor.
Buca’daki bu okulda yalnız kızlar okuyordu. Bir kız okuluna yaraşır biçimde bahçe çiçeklerle doluydu. Fakat öğrenci derneği neredeydi, ben kimlerle görüşebilecektim, belli değildi. En iyisi okul müdüründen bunun için resmen izin istemekti.
Nöbetçi öğrenci beni ikinci kattaki müdürün odasına çıkardı. Dönemin ünlü müdürlerinden Reşat Postacıoğlu makamındaydı. Beni nezaketle kabul etti. Geliş amacımı anlatarak beni dernekçi öğrencilerle görüştürmesini istedim.
— Delikanlı, dedi. Bütün öğrencileri konferans salonuna toplar sana bir konferans verdirirdim. Fakat güvenemiyorum!
Israr etmemin bir faydası yoktu. Biraz sohbet ettik. Yurt sorunları konusunda bize yakın görüşler taşıdığını ima etti. Bir ara koltuğundan kalktı. Arkasında bulunan çelik dolabın çekmecesini çekti:
— Bak! dedi.
Bir yığın kitap! Hepsi sol kitaplar. Marks’tan, Lenin’den, Mao’dan… Müdür de bunları okuyordu demek! Beni kızlarla görüştürmeye yanaşmasa da müdüre karşı sempatim arttı. Tanımadığı bir gence okulda konferans verdirmemesini de anlayışla karşıladım.
Fakat buraya kadar gelmişken elim boş da dönemezdim! Odasından çıktım. Kapısında bekleyen nöbetçi öğrencinin kulağına, Gazi Eğitimden geldiğimi, dernek yöneticileriyle görüşmek istediğimi, fakat müdürün buna izin vermediğini fısıldadım. Nöbetçi kız:
— Bahçeden sokağa çıkınca sol tarafta bir pastane var. Orada bekleyin. Ben kızlara söylerim, dersten sonra gelirler, dedi.
Dediği gibi yaptım. Çok geçmeden yedi sekiz “Çalıkuşu”, bir cıvıltıyla pastaneye doluştular.
Tanıştık. Konuştuk. Okulda sıkı bir disiplin olduğunu, müdürün kendilerine göz açtırmadığını, biz Gazi Eğitimliler gibi özgür olmadıklarını anlattılar. “Türkiye’de olup biteni de izleyemiyoruz”, dediler.
Onlarla nasıl haberleşecektik? Önerim üzerine kendi adreslerini ve daha birkaç kızın adresini verdiler. Bunlardan her birini Gazi Eğitimde bir arkadaşa vererek mektuplaşmalarını sağlayacaktım. Gazi’ye dönünce adresleri dağıttım. İçlerinden birini de kendime ayırdım!
Aynı yılın yazında mezun olduğumda görev yerim olan Milas’a giderken İzmir’de Kemeraltı’nda kızın evini buldum. Babası öğretmendi. Aile beni dostça karşıladı. Pek belli de etmeden beni dikkatlice süzdüklerini hissediyordum. Kızlarının bana o gün İzmir’i gezdirmesine izin verdiler. Bir çay bahçesine gidip sohbet ettiğimizi hatırlıyorum.
Onu evine bırakıp ayrıldıktan sonra görev yerime gittim. Fakat gittiğim yerden hiç mektup yazmadım. Ortalık karışıktı ve benim bu şartlarda evlenmeye hiç niyetim yoktu! Bu niyetle bir ilişki geliştirmek boş bir umut verme anlamına gelirdi. Elin kızının başını yakmış olabilirdim!
Rastlantı bu ya, dört yıl sonra evleneceğim kız da bu okuldan daha önce mezun olan akıllı ve becerikli bir kız olacaktı. 1974’te evlendiğimizde zaten “başı yanmış” biriydi. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuştu…
Müdürün çekmecesindeki kitaplara gelince: Bunlar kızların dolaplarında okul idaresinin yaptığı aramalarda el konulmuş kitaplarmış… Hatta daha 1966’da eşimin ve sınıf arkadaşı Nezihe’nin (Gazeteci Hikmet Çetinkaya’nın eşi)) kitaplarını hem de kendilerine taşıtarak okulun banyo kazanında yaktırmış imiş…
F otoğraf: İzmir Eğitim Enstitüsü (İnternetten indirilmiştir.)