HEPİMİZE GEÇMİŞ OLSUN!..
15 Temmuz Cuma akşamında, bugün yayınlanması gereken yazımı hazırlamak üzere bilgisayar başına oturdum. Adetim üzere her akşam haberleri ya tv den ya da internetten gazeteleri tarayarak takip etmeye çalışırım. Ama, hazırlayacağım yazıya odaklanmak için tv yi kapatmış ve gazetelere bakamamıştım. Ev halkı bir düğünden döndüklerinde gece saat 24 idi. Bana darbe yapıldığını anlatmaya çalışmışlar ama ben o kadar dalmışım ki, onları bile duyamamışım. Eğer, bu menfur girişim olmasaydı hazırlamakta olduğum o yazıyı yayınlayacaktım.
Gece saat 01 olduğunda telefonuma bir mesaj geldiğini farkettim. Baktım. Bir yakınım göndermiş. Okuduğumda hiç bir şey anlamadım. “Ya! Bu ne demek istiyor?” dedim. Mesajda: “neler oluyor ülkede? Ülkeyi karıştırdılar gene!” şeklinde yazıyordu. Bende: “kim karıştırıyor ülkeyi?” diye sordum. Daha sorumun cevabını almadan, internetten, gazeteye bir bakayım dedim. Zaten bilgisayar elimin altındaydı. Gazete manşetinde Cumhurbaşkanının: “sokaklara çıkın!” çağrısı yeralıyordu. Dondum kaldım. Daha sonra tv yi açtığımda, işin vahametini ancak anlayabildim. 12 Eyl’ü genç yaşta hem sivil, hem de asker olarak yaşamış biri olarak, bizi yakın gelecekte bekleyen akıbetin ne olabileceği konusunda hızla bir senaryo yazdım kafamdan.
Neler olabileceğini tahmin edebiliyordum... Zira, 12 EYLÜL’den hemen sonra 1981- 1983 yıllarında Kayseri AskerÎ Sorgulamasının tek gardiyan çavuşuydum. Benim yaştakiler bilir, FATSA’daki DEMAS sorgulamasını. İşte, onun muadili... Sorgulamaya, görevli çavuş olarak ilk geldiğimde, sorgulama komutanı Binbaşı bana: “oğlum Mehmet; acımayacaksın!.. Bunların Allahlarını (haşa) izne gönderdik” dedi. Kısaca emir buydu... “Acıma!..”
Ama ben, emri yerine getiremedim. Vicdanım bunu yapmaya elvermedi. Sağcı veya solcu mahkum için, sorgucu polislerin yazdıkları ceza listesini daima hafiflettim. Mesela, eğer bu verilen ”uyumama cezası” ise; nöbetçi askeri koğuşuna gönderir, mahkumların yanlarında bekleyerek iki üç saat uyumalarını sağlardım. Onlar, bu ve buna benzer tavırlarımdan dolayı bana hep duacı olmuşlardır.
Bildiğim için söyüyorum. Eğer şimdi yapılmak istenen darbe teşebbüsü başarılı olmuş olsaydı her gözaltı yaptıkları insanların, 10-15 gün uyumalarını engelleyerek psikolojik olarak çökertmeye çalışacaklardı. İki – üç gün yemekten yoksun bırakacaklardı. Çarmıha gereceklerdi. Yeni pişmiş yumurtaları koltuk altlarına sıkıştıracaklardı. Soğuk kış gününde soğuk suyla yıkayacaklardı. Saatlerce işaret parmağını duvara dayayarak durmasını isteyeceklerdi. Testislerini sıkacaklardı. Erkeklik organına manyetöyle elektrik vereceklerdi. Bayanların göğüslerini sıkacaklardı. Soğuk betonda yatıracaklardı... Bunlar hep olacaktı ama en acısı; anaya, bacıya söveceklerdi, hakaretlerle aşağılayacaklardı.
Bunlar, benim aklımdan uydurduğum değil, bizzat canlı canlı gözlerimle görüp şahit olduğum şeyler .
Eğer bu darbe teşebbüsü başarılı olmuş olsaydı, yukarıda anlattığım şeylerin birkaç katı üzerinde işkenceler olacaktı. BU KANIYA NEREDEN VARIYORUM? Çünkü, bunların ne kadar pervasız, acımasız olduklarını geçenki hadisede hepimiz gördük. 12 Eylül de, halkın üzerine -bu vicdansızların yaptığı gibi ateş açılmadı, çoluk-çocuk katledilmedi, kendi poislerinin üzerine uçaklarla ve helikopterlerle bomba yağdırılmadı, kendi ülkesinin emniyet müdürlüğünü bombalamadı, hele hele milli iradenin tecelligahı kendi meclisi ni hiç bombalamadı, kendi cumhurbaşkanının hayatına kastetmedi, kendi komutanının boğazını kemerle sıkmadı, insanların üzerinden tankalarla geçmedi. Ama bunların hepsini bu vicdansızlar yaptı.
Yakalanan bazı subay ve emniyetçilerin üzerinden vahim notlar çıkıyor. Notlarda, “bütün enterne edilmesi gerekenleri stadyumda toplayarak infazlarının gerçekleştirileceği”nden bahsediliyor. Bu yapılanları oyun gibi görenler var. Heyecanlı bir oyun gibi. Öyle olsun!.. Ama bu oyun, hayatın boyunca unutamayacağın, toplumun her kesiminde travmalara sebep olacak bir oyun. Her kesime en kuvvetli acıları tattıracak bir oyun...
BUNU KİM YAPTI?
Tankın içerisinden, Cemaatçi olduğu için görevinden elçektirilen üst düzey bir emniyet müdürünün, tankın içerisinden çıkması,
Yakalanan cemaatçi iki üst düzey emniyetçinin elegeçirilen telefonlarındaki yazışmalarda; “darbeye karşı çıkan polis arkadaşlarının vurularak indirilmesi” talimatının verilmesi, (kendi mesai arkadaşını vurmak, nasıl bir kin, Yarabbi!)
Paralel kumpasa kurban giden Albay Ahmet Zeki Üçok’un, Ahmet Hakan’ın poğramında , “ordu içindeki cemaatçileri tek tek sayabileceğini, bunların her an bir kalkışma yapabileceğini” söyleyerek önceden uyarması,
Eski Gen. Kurmay Başkanımız İlker Başbuğ’un “Bu işi paralel yapmıştır” demesi
Eski Zaman Gazetesinin Yazıişleri Müdürü ve Başyazarı Ekrem Dumanlı’nın, bundan birkaç ay önce bir tv de kulaklarımla duyduğum şekliyle: “Gidecek! Ya güzzellikle, ya darbeyle,” şeklinde Cumhurbaşkanı hakkında sarfetmiş olduğu sözler,
Daha geçenlerde, Amerika’da bulunan üstdüzey Cemaatçi Emre Uslu’nun: “Temmuz ayı için, Türkiye’ye uçak biletlerinizi hazırlayın arkadaşlar!” şeklinde attığı tivitlerden darbenin ne zaman yapılacağını bilmesi ve arkadaşlarına müjdelemesi, meseleyi açıklığa kavuşturmuş olmuyor mu?
MİLLETİMİZ SINAVI BAŞARIYLA VERMİŞTİR
Türk Milletinin cesareti olmasaydı bu bela defedilemezdi.
Sağcı, solcu, dindar,laik, başörtülü, başı açık, 15 yaşındaki genç, seksenindeki dede her kesimden meydanları dolduran halkımız, tankların üzerine çıkarak, darbeci askerlerin elinden silahını alarak, askeri garnizonların önünü iş makinalarıyla kuşatmak suretiyle darbecileri hareketsiz hale getirerek neler yapabileceğini ortaya koymuştur. İşte vatanını sevmek budur.
Arap basını: “KEŞKE, BİZLER DE TÜRLER KADAR VATANIMIZA SAHİP ÇIKABİLSEYDİK,” şeklinde yazılar yazmaktadırlar.
FATSA’lı olmaktan bir kez daha onur duydum. İlk geceki kararlılığı, cesareti, vatan sevgisinin coşkusunu meydanı dolduran tüm hemşehrilerimin gözlerine baktığımda hissettim.
Basınıyla, işçisiyle, esnafıyla ve tüm halkımızla vatanına ihanet edenlerden daha cesaretli olmak zorundayız. Özellikle basın, halka tüm gerçekleri korkmadan anlatmak zorundadır. Saf ve iyi niyetli odukları halde aldanan insanları da uyarmak zorundadır.
Vatanımızı eğer kaybedersek nereye gidebiliriz? Hangi ülke bizleri kabul eder?