ÇOK İŞİMİZ VAR ÇOOOOK...
“Bir milleti yıkmak istiyorsanız dilini bozmanız yeterlidir.”
“Şiir yazmak veya şiir kitabı hazırlamak, uçuruma doğru atılan gülün büyük bir gürültü çıkarmasını beklemektir.”
“Asıl mesele hız ve haz dönemini yaşayan beşerin, ‘insan’ olabilmesidir.”
İşte bu güzel ve derin anlamlar içeren muhteşem cümleler, “Şiir, Dil ve Düşünce” programından aklımda kalanlar…
Ya da bir kaçı…
Söz konusu program, geçen yıldan bu yana devam eden Edebiyat ve Felsefe Günleri kapsamında Kültür Sarayı’nda gerçekleşti.
Bildiğiniz gibi bu organizasyonlar, Fatsa Kaymakamlığı ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün ortak yapımı…
Salı günü yapılan Şiir, Dil ve Düşünce programının konuşmacısı Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni sevgili dostum Ali Bektaş’tı.
Size şu kadarını söyleyebilirim:
Bektaş, beni ve salondakileri şiir, edebiyat ve felsefe coğrafyasında muhteşem bir gezintiye çıkardı.
Bir saatlik programa dolu dolu hazırlandığı belli olan Bektaş, bazen beynimizi mıncıklamayı, bazen de madde ve mana âlemi arasında götürüp getirmeyi başardı.
Geceye dair anlatılacak çok şey var aslında…
Bunlardan biri ne yazık ki; şiir, edebiyat, felsefe, kültür-sanat söz konusu olduğunda halk olarak ortalıkta görünmememizdir.
O akşam salonda halk olmalıydı.
Ve salon yarım değil, dopdolu olmalıydı.
Zira düşünce ufku daralan ve kısırlaşan bir toplum, hepimizi tedirgin etmeli…
Bu tedirginliği doyasıya hissetmeden ve yaşamadan bir kültür toplumu olacağımıza inanmıyorum.
Bu noktada karamsar olmak lazım mı?
Elbette değil…
Çünkü çok arzuladığımız bazı şeyler halen olmuyorsa, zamanı gelmediğindendir.
Ancak bu gecikmelerde, ‘öğrenilmiş çaresizliğimizin’ payı olduğunu da düşünmeden edemiyorum.
Tıpkı programda Ali Bektaş’ın zikrettiği gibi…
Fanusun içine konan ve üzerine kapak yerleştirilen pire, haliyle kapağa kadar zıplayabiliyor.
Oysa kapak olmadığında pirenin o seviyeyi geçeceği biliniyor.
Ancak uzun süre kapağı üzerine kapatılmış fanusta yaşayan pire, kapak kaldırıldığında o seviyeyi geçecek kadar zıplayamıyor.
İşte size öğrenilmiş çaresizlik…
Tam da beynimizin mıncıklandığını söylediğim durumlardan biridir bu nokta…
Bektaş’la aynı düşüncedeyim.
Aslında o kapak çoktan kalktı.
Amma velâkin o seviyeyi bir türlü geçemiyoruz.
Geçebileceğimiz halde geçemiyor olmak…
Ya da olmayan engellere takılıp kalmak…
Dedik ya… Öğrenilmiş çaresizlik…
Sanırım o kapağı geçmemizi engelleyen ya da geciktiren her neyse, onunla yüzleşme zamanı çoktan geldi.
Bizi yavaşlatan, kısırlaştıran korkularımızın ve ürkekliğimizin dizginleri çürüsün artık…
Hız ve haz döneminin yoğun ve hızlı temposunda uygun bir yer bularak mola verelim artık…
Kapasitesi ve çapından emin olduğumuz düşünce dünyamızın, kültürel iklimimizin pınarları yeniden şenlensin artık…
Hız ve haz dünyamızın günümüzdeki karşılığı ev, araba, kariyer, sosyal saygınlıktır.
Koşuşturduğumuz ve kendimizi paraladığımız materyallere bakın…
Sadece bu uğraşlarla geçen bir ömrün geldiği nok taya bakın…
Bütün bunlara kavuşunca ne olacak?
Tam burada unuttuğumuz bir şey var.
Ruhumuz nerede?
Hadi beşeri hatırladık.
Ama insan nerede?
Eğer beşer, insanı hatırlamayacak ya da kale almayacaksa…
Tek çare; insanın insanı hatırlaması…
Çok işimiz var çoook…
Bu programın yapılmasında kurum, kuruluş ve kişi olarak kimlerin emeği geçmişse yürekten teşekkürler!
HOŞÇAKALIN