LAİKLİK İLKESİ
Bazı laflar bazı kurumların başında bulunan kişilerce söylendiği takdirde onaları ve bulunduğu makamı bağlar. T.B.M.M’nin Başkanı olan kişinin söylediği söz de hem kendini hem de bulunduğu makamı ilgilendiren önemli bir sözdür. Öylesine söyledim, bu benim kendi fikrimdi, demek pek mümkün değildir. Meclis Başkanı’nın, kanunları yapmaya yetkili bir kurumun başındaki kişinin, Laiklik ilkesinin Anayasa’ya konuluşunun 79.yılında ‘"Laiklik olmamalı yeni anayasada ve dindar bir anayasa olmalı" demesi üzeri geçiştirilecek bir durum değildir.
Lâiklik, devlet düzeni ve hukuk kurallarının, dinî görüşlerden ayrı tutulması, aklın ve bilimin esaslarına dayandırılmasıdır. Lâiklik aynı zamanda, halkın din, vicdan ve ibadet özgürlüğü demektir. Anayasa ile güvence altına alınan bu özgürlükler, toplumsal barışın güvencesidir. Lâiklik anlayışında din, devlet işlerine ve siyasete karıştırılmaz. Devlet yöneticileri de vatandaşın inancına karışamazlar, vatandaşlar tam bir inanç ve vicdan özgürlüğüne sahiptir.
Atatürk, vicdan özgürlüğü için şu tanımı yapmıştır: “Vicdan özgürlüğü; her kişi, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasî bir düşünceye sahip olmak, mensup olduğu dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin düşüncesine ve vicdanına egemen olunamaz.” Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi lâiklik, her türlü inanca saygı göstermektedir.
İslâm dini; vicdan-hürriyetini, sevgi, barış ve kardeşliği emreder. Boş inançlara ve hurafelere karşıdır. Bu nedenle İslâm dini lâik düşünceye açıktır. Atatürk, İslâm dini hakkında şunları söylemiştir: “Hangi şey ki akla, mantığa, toplum çıkarına uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantıkla milletin çıkarına, İslâm’ın çıkarına uygunsa, kimseye sormayın. O şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz akıl ve mantıklı uyuşmayan bir din olmasaydı en mükemmel din olmazdı, en son din olmazdı.”
Bugün gelinen noktada, Anayasamızda laiklik ilkesi olduğu halde, laik bir toplum olduğumuzu söyleyemezken, Siyasetin bu denli din işlerine müdahale ettiği ve halkın dini duygularını siyasete ortak ettiği bir dönemde, bir de laiklik ilkesinin Anayasa’dan çıkarılıp, dini temelli bir Anayasa yapmayı istemek demek, demokrasiyi ve hukuk devletini yok saymak demektir.
Eğitim kurumlarımızın gitgide laik olmaktan uzaklaştığı, dini eğitim veren kurumların, temel eğitim veren kurumlar halini aldığı, öğrencilerin tercihi olmadan, bu tip eğitim kurumlarına zorunlu yerleşmeleri, eğitimin ilk basamağında simgesel dini sembollerin yeralması, din derslerinin tek bir dinin zorunlu dersleri olarak okutulması, değil dinler arası, mezhepler arası dahi farklılığın gözetilmemesi, sübyan mekteplerinin açılıp, ilkokul öncesi dini eğitimin temel eğitim haline geldiği, yasal dayanağı olmayan bazı vakıf yurtlarının çoğalması ve denetimsiz bir şekilde varlığını sürdürmesi, 4+4+4 eğitim sistemi ile getirilen seçmeli derslerin tek bir dinin öğretildiği dersler haline gelmesi, eğitimin kesintili olması ile, bu tip vakıf yurtlarına ve okullarına çocukların yönlendirilmesi, son dönemlerde yeterince laiklik ilkesinden uzaklaşıldığının göstergesidir. Bunun dile getirilmesi uygulama sonrası görülen son noktadır.
Bir ülkede laikliğin zedelenmesi, inançların özgürce yaşanmasına değil, aksine inanç hürriyetinin yara almasına sebep olur. İnanan kadar inanmayan da korunmadıkça, bir dinin temelindeki insani ve ruhani unsurların değil de, bir zümrenin değerleri ve yaşam şekli tüm alanlara hakim oldukça, tüm alanlarda özgürlük kısıtlanacak ve yaşam dar bir alanda, siyasi hesaplaşmaların gölgesinde kalacaktır. Bu sebeple Meclis Başkanı’nın söylediği söz hafife alınacak kadar basit değildir, değildir de, bu sözün yaşama geçmemesi için çalışmak; basit bir sözden öteye geçmemesini sağlamak da; laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin her ferdinin daimi görevidir.