SİMİTÇİ HALUK DA DEMİŞTİ...
Bilenler bilir…
Bundan birkaç yıl önce arkadaşlarım Hasan Gençay ve Kemal Koç’la birlikte Simitçi Haluk’la yaptığımız sohbetin videosunu çekip sosyal medyada yayınlamıştık.
Çünkü biliyorduk ki; Haluk abinin yaşlı genç herkeste bir izi, bir anısı vardı.
Benim de olduğu gibi…
Özellikle gurbetçimiz o videoya büyük ilgi gösterdi.
Halen o görüntüyü zaman zaman paylaşıyoruz.
Buna rağmen ilgide her hangi bir eksilme yok.
Sohbetin bitiminde ona şunu soruyoruz:
“Son olarak seni sevenlere ve gurbetteki Fatsalılara neler söylemek istersin?”
Ve Haluk’tan bomba cevap:
“Fatsa’nın ekmeğini yiyip de, Fatsa’dan servet kazanıp da, yatırımını Fatsa’da değil, dışarıda yapanlara… işte öyle olsun.”
“İşte öyle olsun” kısmında aklından neler geçtiğini bilemiyoruz.
Ama görünen o ki; hiç de iyi şeyler geçmediği ortada…
Elbette videoya çekildiğinin farkındaydı ve aklından geçen her şeyi söyleyemezdi.
Çareyi “işte öyle olsun” diyerek kendini frenlemekte bulmuştu.
Bu olayı durup dururken ele almış değilim.
Bu sayıda Tayfun Karataş’la yaptığım röportajı detaylarıyla göreceksiniz.
O da benzer şeylerden söz edince Haluk’u hatırlamadan edemedim.
Çünkü bazı Fatsalılara sitemlerde bulunarak Haluk’la aynı görüş etrafında birleşti.
Ayrıca hemen belirteyim ki; sorduğum soruların tamamına da samimi ve dobra cevaplar aldım.
Bu anlamda kendisine çok teşekkür ediyorum.
Dönelim konumuza…
Bu satırların yazarı olarak her fırsatta samimiyetsizliğimizden, bazılarımızın Fatsa sevgisinin sahteliğinden söz etmeye çalışıyorum.
Ve Fatsa’da Haluk, Tayfun Karataş ve benim gibi düşünenlerin sayısı hiç de az değil…
Ama samimiyetsizlerin sayısını da küçümseyemeyiz.
Demek ki; aklın yolu bir…
Fatsa’yı çok seviyormuş gibi yapanların Fatsa’ya verdiği zarar, artık görmezden gelinemeyecek bir noktaya geldi.
Ve bu insanların, zor yaşam koşullarında çile çeken mağdurlar karşısında çok ciddi veballeri var.
Fatsa’ya riyakârca yaklaşımda bulunanlar eğer ekmeği bölüşme ve paylaşma erdemine sahip olsalardı, fakir fukaramız daha az olur ve daha iyi koşullarda yaşamlarını sürdürebilirlerdi.
Bir tarafta var, diğer tarafta yok.
Bu adalet değildir, bu insanlık değildir.
Ve hatta bu; Fatsa’yı sevmek değildir.
Fatsa’nın havasını, suyunu sevenler, insanını da sevmek zorundalar.
Öyle olmuyorsa sevmekten söz edilemez.
İşin tuhaf tarafı da bu tür insanların genellikle toplumun ön saflarında yer almalarıdır.
Konuya böyle bakınca insan düşünmeden edemiyor.
Acaba Fatsa, varlık içinde yokluk mu çekiyor?
Deyim yerindeyse bir yanda paralarına sarılıp ‘yumuşak yumuşak’ uyuyanlar, diğer yanda hayatla mücadele edebilmek için iğnenin deliğinden geçenler…
Ve de biz Fatsalıyız öyle mi?
Hiçbir ekonomik ve sosyal sorumluluk altına girmeden ortaya çıkıp ‘Biz Fatsalıyız. Fatsa’yı çok seviyoruz’ demekle kimi kandıracaksınız?
Sizin gibiler ya sevmeyi bilmiyor ya da Fatsa’yı sevme noktasında riyakârlığın zirvesini zorluyor.
Veya dini, vicdani ve insani faziletlerin fukaralığını yaşıyor.
Artık Haluk da biliyor ki; sizin aidiyet duygunuzda çok ciddi arızalar var.
Umarım bu arızalar, Fatsa’ya daha fazla zarar vermeden bir an önce tamir ve tedavi edilir.
Bu türlere daha fazla ne söylenebilir ki?
Belki de şöyle demek lazım:
Ya Fatsa’ya bir katkınız olsun ya da Fatsa’yı seviyormuş gibi yapmaktan vazgeçin.
Unutmayın; her Fatsalı ölümlüdür.
HOŞÇAKALIN