KONUŞMAZSAK ANLAŞAMAYIZ
Türk toplumu olarak iletişimde çok ciddi sorunlar yaşıyoruz.
Eğer bu sorunlar çözülmezse burnumuz dertten kurtulmayacak.
Bizi; biz anlayamazsak, elin oğlu hiç anlamayacak.
Zaten her dönemde toplum mühendisliği iş başında…
Moda deyimle ‘algı operasyonları’ başarıyla yürütülüyor.
Çoğumuz zannediyor ki; savaşlar sadece topla, tüfekle, uçakla, gemiyle yapılıyor.
Oysa diplomaside, siyasette, sosyal yaşamda, ekonomide, kültürde, sanatta, eğitimde, sağlıkta, çevre bilincinde vs. her alanda savaş var.
Hadi biz buna en hafif tabirle ’mücadele’ diyelim.
İşte bu mücadeleyi kazanmanın ilk ve vazgeçilmez şartı iletişimdir.
Zira safları sık tutmak zorunda olanlar, içine düştükleri badireden kurtulmak ve mutlu yarınlara ulaşmak için birbirini anlamak zorunda…
Öyleyse şu hayati sorudan başlayabiliriz:
Birbirimizi yeterince anlıyor muyuz?
Her şey bu soruya vereceğimiz cevaba bağlı…
Birbirimizi anlıyorsak, neden bu haldeyiz?
Eğer anlamıyorsak, bu durumdan kurtulmak için ne yapmalıyız?
Tabi bu arada…
“Birbirimizi anlamadığımız doğru değildir. Durup dururken icat çıkarma…” şeklinde düşünenlerle de epey zaman harcamak zorunda kalacağız.
İşin bu kısmını halledebilirsek, tahminime göre gerisi daha kolay aşılacaktır.
Bu familyanın da içinde bulunduğu geniş bir kitlenin çok ciddi arızalar barındırdığını biliyoruz.
Ya çok konuşurlar.
Dolayısıyla ‘boş’ konuşurlar.
Ya da hiç konuşmazlar.
Yani bildikleri bir şey varsa bile ‘yaralı parmağa şifa olmamak’ adına ağızlarını açmazlar.
Belki bunları da aşabiliriz.
Ama aşılması çok zor bir hastalık var ki; işte o noktada neler yapılabileceğini tam olarak bilemiyoruz.
Bu türler; konuşulanı dinlemezler.
Yazılanı da okumazlar.
Böylesi amansız bir hastalığa yakalandıkları için de önyargıların, toptancı yaklaşımların ve fanatik duruşların pençesinde kıvranıp dururlar.
Kendilerince değer verdikleri kavramları bol bol kullanarak yapacağınız bir konuşma ya da değerlendirmeyle onları elde etmek çok kolaydır.
Bu kitle, hipnotize olmaya en müsait kitledir.
Zaten birçok ‘açıkgöz’ onların bu zafiyetinden yararlanarak hiç hak etmedikleri servete veya konuma kavuşabilir.
Meseleyi biraz daha somutlaştırarak değerlendirmemize devam edelim.
Bu millet ‘seferberlik’ ruhunu çok iyi bilir.
Dolayısıyla mücadele ruhunu…
Ben derim ki…
Savaş yıllarında başarıyla uyguladığımız ve ispatladığımız seferberliği bundan böyle başka alanlarda da uygulasak…
Tam da ‘gâvurun’ arzu ettiği yönde büyük bir kopukluk yaşayan bu millet, artık zamanının büyük bir bölümünü birbirini anlamaya harcasa…
Birçok siyasi, coğrafi, dini, etnik, sosyal, kültürel ve mezhepsel kutuplaşmaların keskinleşmeye vardığı şu dönemde, bizi çimento misali bir arada tutabilecek değerlere yoğunlaşsak…
Bunu sağlamak için de birbirimizi anlamaya vesile olacak büyük bir ‘iletişim seferberliği’ başlatsak…
Çünkü “Doğru olan benim düşüncemdir” dayatması ve inatlaşmasıyla bizim hayrımıza olacak bir noktaya varamayacağımız artık kesinleşmiştir.
O yüzden de; birbirimizi anlamadığımız gerçeğini kabul ederek bir an önce işe başlamak zorundayız.
Teşhisi doğru koymadan tedaviye sağlıklı cevap vermek mümkün değildir.
Birilerine ‘kaşıyacak yara’ bırakmayıncaya kadar inatla mücadeleyi sürdürmeliyiz.
‘Bizim gibi düşünmüyor’ dediğimiz her insana ya da topluluğa cephe açmak yerine oturup dinlemeli, konuşmalı ve anlamaya çalışmalıyız.
Bunun için de söyleneni sabırla dinlemeli, düşündüğümüzü samimiyetle ifade etmeliyiz.
Konuşmazsak anlaşamayız.
HOŞÇAKALIN