AH!.. NEREDE, O ESKİ GÜNLER? (!)
“Ah!. Nerede o eski bayramlar? Ah! Nerede o eski günler? Ah! Nerede o gençlik günlerim? Nerede, nerede?..”
Bu ve buna benzer sözleri yaşlı olanlarınızdan birçok defalar sanırım duymuşsunuzdur.
Gerçekten de, o eski günlerin, büyük bir hayıflanma gerektirecek kadar ne gibi özelliği olabilir?
Şunu söylemeliyim ki; aslında bayramlar aynı bayramlar, günler de aynı günler ama insanlar aynı insanlar değiller. Değişen; bizim özlem duyduğumuz günlere yüklediğimiz anlamlardır.
“Modernizm”in karşısında eriyen manevi değerlerimizi hatırlıyor ve nostalji yapma gereğini duyuyoruz. Bilinçaltımızdaki halen kaybolmamış geçmiş güzel hatıralara bir projeksiyon yaparak, ruhumuzdaki “özlem dolu” serzenişi dindirmeye çalışıyoruz.
Günümüzdeki mekanikleşen ilişkilere bir isyandır, bir reddediştir aslında bu...
Çocukluğundaki gibi; köyünü dolaşmak istiyor bir baştan öbür başa... Doğayla ve doğanın içinde barındırdıklarıyla; kuşlarla, kuzularla bir olmak istiyor insan...
Büyüklerin ellerini öpmek’ “şeker toplamak, ağaçtaki eriği dalından koparmak” hayal ediyor, içinden. Topladığı şekerleri sayarak arkadaşına:
“ben, senden daha çok şeker topladım, ben senden daha çok erik doldurdum sepetime...” dediği günleri hatırlıyor.
Babasının, kendisine aldığı “bayramlıkları” giyebilmek için sabaha kadar sevinçten uyuyamadığı günler aklına geliyor.
Coşku, sevinç ve özlem duyguları birbirine karışıyor, eski hatıraları aklına gelince...
Değerli okuyucular; “bizi insan yapan değerlerin tohumlarının atıldığı” bu güzel günleri hatırlamamak mümkün mü?
Eğer; bu gün, etrafımızdaki insanlara biraz olsun sevgi ve saygı içerisinde davranabiliyorsak, eş- dost ve akraba ilişkilerini hala daha sürdürebiliyorsak, işte bu; o eski günleri bizlere aktaran “büyüklerimiz” sayesindedir.
“Geçmişine ait güzel hatıraları olan insanlar, güzel düşünürler; güzel düşünen, güzel bir gelecek hayal eder; güzel hayal eden insan da güzel işler yapar.”
Bir gazetede okumuştum; “akraba ziyareti kalbe iyi geliyormuş,”diye.
Zaten dinimiz, akraba ziyaretini, orijinal haliyle “sıla-i rahim” olarak kavramsallaştırmıştır. Sıla-i rahimi terkedeni ise reddetmiştir.
Peki; günümüzdeki mevcut sosyal ilişkilerin serencamı nasıldır?..
Bence; bir geriye gidiş var ilişkilerimizin doyuruculuğunda.
Köylerimizde eskiden yaşadığımız yardımlaşma ruhunu, apartman hayatında görebiliyor muyuz hiç?..
Görebiliyoruz demeyi ne kadar çok isterdim?.. Ama gerçek şu ki; bizi, paramız olmadığında, birkaç ay idare edebilecek “bakkal mehmet efendi”miz yok artık. Paramız veya kredi kartımız varsa yapabiliriz alışverişimizi ancak… Onun da zamanı geldiğinde faiziyle beraber ödemesi var tabi ki.
Ödünç paraya ihtiyacımız olduğunda, para bulabileceğimiz kimseler pek kalmadı. Ödünç para alabilmek için tek adres olarak “bankalar” var ama o da “kredi notun” yüksek ise ancak geçerli bir yol…
Bankalara göre herkesin bir “kredi notu” var. Yani, herkesin bir değeri var. İnsanları fişlemek kanunen yasak ama; bankalar, bal gibi fişliyor bizi işte...
Doğayla ilişkimiz ise asgari düzeylere indi. Artık bir çiçeğe bile dokunamıyor, bir gülü bile koklayamıyor, bir hayvanı bile okşayamıyoruz. Tıpkı; “doğal ortamından alınarak, kafese konulan bir aslan” gibiyiz.
Eş-dost ve akraba ziyaretlerinin yerini, garip ilişki türleri aldı. Gerçek anlamda, canlı- canlı yaşamış olduğumuz o eski ilişkilerle artık; “telefon”, “mesajlaşma”, “facebook” gibi araçlar yer değiştirdi.
Kısacası ilişkilerimiz “mekanikleşerek” ve “ruhsuzlaşarak” içerikten yoksun hale geldi. Artık işlerimizi halletmek için yüzyüze gelmemize gerek yok. Birbirimizin kahrını çekmemize ise hiç gerek yok. Birkaç “tuşla” işlem tamam.
Hele hele gençlerimiz, saatlerce “facebook” gibi bilgisayar proğramlarının başında günlerini geçiriyorlar.Adeta gönüllü esirler gibiyiz.
En önemli iletişim aracımız olan “güzel türkçemiz”in kullanım şekli de değişti.“Tarzanca” tabir edilen konuşma tarzı gençlerimize hakim oldu...
Gencimiz, diyelim ki; karşısındaki arkadaşına, gülüşünü ifade edecek; bunun için, bilgisayara “he he he” şeklinde yazması gerekecektir. Peki; karşısındaki arkadaşı bu “he he”lerden sıcak bir duygu hissedebilecek midir?
Gülmeyi simgelediği sanılan “he”lerden, ne sıcaklığı hissedilebilir ki?..
Bir defasında, bir yakınım, aceleyle içeriye girerek bana, internetimin açık olup olmadığını sordu. Bende:
“ne yapacaksın interneti?” dedim.
“Facebook’ta bahçem var; onu sulayacağım” dedi. Ben, biraz da alaycı bir tarzla:
“Sanal bahçe”ni sulamaya verdiğin önem kadar, gerçek bahçeni sulamaya vermiş olsaydın, ne kadar güzel sebzeler yetiştirirdin” dedim.
Öğrendim ki; bu sanal bahçenin her gün sulanması, ona zaman ayrılması gerekiyormuş. Ne kadar çok sularsan, sebzelerin o kadar büyüyor, o kadar çok puanın yükseliyormuş. Hatta; diğer bahçeleri de satın alarak büyütebiliyormuşsun bahçeni. Sulamadığın zaman da sebzelerin kuruyormuş.
Sanal dünyada, “toprak ağası” olmanın yolu buymuş...
Yani anlayacağınız;”kapitalist sistem”in benzeri bir mantığı bilgisayar oyunlarına da uyarlamışlar.
Aslında; bu ilişki türlerine baktığımız zaman şunu görüyoruz:
Canlı olarak yaşanan ilişkiler, insanı “geliştirirken”, “doyururken” ve “özgürleştirirken”; diğer “mekanik” ve “sanal” ilişkiler, insanda, manevi anlamda “duygusal donukluğa” neden olmaktadır. Çünkü; duygularımızın dışa yansıyan yüzü “mimiklerin” kullanılmasına ihtiyaç yok bu tür sanal ilişkilerde...
Zamanla bağımlı hale gelinmesi bir “ceza” olarak karşımıza çıkıyor tabii ki...
Doktorlarımız, bu bağımlılığı, tedavi edilmesi gereken “gerçek bir bağımlılık” olarak değerlendirmektedirler.
İlişkilerimizde, ruh ve içerikten yoksun yöntemleri değil; hep, doğal yöntemleri tercih edersek eğer; gerçek anlamda bir ilişki kurmuş olururuz. İçimizdeki var olan güzellikler, işte o zaman hayat bulur, görünür hale gelir, bizi ve karşımızdakini de doyuran bir ilişki olur.
Bu vesileyle, bu ilk buluşmamızda sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyor, sevgi dolu bir yaşam temenni ediyorum.