TÜRKLER- Bir yabancı Gözü ile
Türkler 1949’da Avrupa Konseyi üyesi olmak istedikleri zaman. Onların Avrupalı olmadıkları. Hiç bir zamanda olmayacakları ileri sürülerek. Bir muhalefet havası estirilmişti. Hatta “The Times” Türklerin Arap alfabesi kullandıkları için Avrupalı olamayacaklarını ileri sürmekteydi.Aslında, bu büyük bir gaftı: Çünkü Türklerin Latin alfabesini kabul etmelerinin üzerinden daha o zaman yirmi bir yıl geçmişti. Ünlü Türk politikacılarından Kasım GÜLEK, daha sonra gazetenin yazı işleri müdürüne bir protesto mektubu göndermiş. Mektup gazete de yayınlanmıştı.
Türkler daha sonra Avrupa Konseyi’ne, NATO’ya, öbür Batı örğütlerine kabul edildi; Ama, bunda soğuk savaşın da büyük etkisi olmuştu. Amerikalılar, Türkler gibi cesur ve yiğit bir ulusun yanlarında olmasını istemişlerdi. İstanbul ve Boğazlar,Türklerin elindeydi. Sovyet Rusya ile bir savaş çıktığında.Anadolu yarımadası stratejik önemi çok büyük bir yer olacaktı. Dolayısiyle, Türkler Avrupa topluluğuna her şeyden çok askeri nedenlerle kabul edilmişlerdir. Avrupalıların çoğu Türkleri geçici müttefiklikten öte bir statüde görüp görmeme konusunda kararsızdı.
Bugün kültür düzeyi orta bir Avrupalının zihninde “Türk” kelimesinin ne anlam taşıdığını bilmek çok ilginçtir. Eğer gerçekten olması gerektiği gibi; Kollektif bilinçaltı tarih tarafından oluşturuluyorsa; Türklerin, yüzyıllarca Hıristiyanlığın ve Avrupanın düşmanı olmaları.” Bu tür duygu ve düşüncelerin kaynağı sayılabilir.Lord Acton, “Yakınçağ, Osmanlı fetihlerinin baskısiyle başlar” Diye yazmıştır. Çoğumuzun, kuşkusuz Türkler üzerine önyargıları vardır. Türklerin “bizden biri” olamayacağı duygusu içimize yerleşmiştir. Belki Türkler de aynı şeyi bizim için düşünmemektedirler. Son yıllarda Kıbrıs anlaşmazlığı. Özellikle 1950 ve 60 lardaki bunalımlar bu tür duyguları iyice su üstüne çıkarmıştır. Aslında bu anlaşmazlık, Türklerle Yunanlılar arasındaydı. Haçlı seferlerine kadar dayanan bir tutumla Kıbrıs anlaşmazlıkları sırasında çoğunluğumuz Türklere karşı olmadık mı? Yunanlıların Hıristiyan ve Avrupalı olduğunu. Türklerin ise böyle olmadıklarını düşünmedik mi? Adlarını bile verebileceğim Batı gazetelerinin çoğu. Türklere karşı açıkça önyargılar taşıyan yazılar yayınladılar. Elbette, bizi Yunanistan’a yaklaştıran pek sıkı bağlar vardı. Çünkü biz, Perikles ve Sokretes çağlarının . Atina demokrasisinin, “Batı uygarlığının doğuşu” olduğunu bellemişizdir. Bu duygular 19. Yüzyılda Byron tarafından bol bol sömürülmüştür. İngiltere’de hala ramantik bir Hellenizmin artıkları vardır.Aynı biçimde, Türklerle tarihsel bağlarımızın pek zayıf olduğu da apaçık ortadadır.Çok kimse 1453’te İstanbul’un Türklerce fethini hala bir felaket olarak kabul etmektedir. Ben hala birçok Yunan hayranının yüreklerinde, bir gün yunanlıların şehri geri almak. Hatta 1919’da denedikleri gibi Anadolu’nun bazı bölgelerini ele geçirmek umudunu beslediklerini görüyorum. Fakat bu, romantik bir suçlamadır. Türkler bu toprakları askeri fetihler sonunda elde etmişlerdir. Yani, tarih boyunca pek çok ulusun; Dünyanın hemen her yerinde haklarını elde ettikleri biçimde. Dolayısiyle bu haklarından vazgeçmeleri hiçbir zaman beklenemez. Birçok Batılı, belki de bilinçsiz olarak. Soruna Manişizm (İ.S.) 3. Yüzyılda İran’da yaşayan filozof Mani’nin, var oluşa ışık ve karanlık arasında sürekli bir savaş gözü ile bakan dini öğreticisi. Yunanlılar, mavi gözlüdür. Türkler ise çirkin yaratıklardır. Fakat Gibbon gibi Avrupa’nın pek büyük. Bazı tarihçilerinin Türklerin yeteneklerini övdüklerini. Ortaçağ’da Yunanlıların dejenere oluşlarına yakındıklarını. Roma ve Bizans arasındaki kıskançlığın İstanbul’un düşmesine sebep olduğunu ileri sürdüklerini hatırlatacağız. Gibbon, “Roma imparatorluğunun Gerilemesi ve Yıkılışı” adlı eserine şöyle başlıyor: “ Bir şehrin ve çevresinin adi kavgalarından, gerileme halindeki Yunanlıların alçaklık ve analşmazlıklarından sonra. Şimdi, muzaffer Türklere yükseleceğim…”Elbette herkes Gibbon’un anlattıklarını izlemeyebilir. Ama, daha başka tarihçilerde Osmanlı düzenine hayran kalmışlardır : Dikkati çeken dini bir hoşgörü. Bir kölenin bile başvezirliğe kadar yükselmesi olanağını sağlayan “Yeteneğe açık meslek ilkesi gibi.
Tarihten gelen tutumlar, Türkler’in Avrupa Konseyi : NATO ve öbür Batı örgütleri içinde. Bizimle kaynaşmasıyle. Kuşkusuz, giderek güçlerini yitirmektedir. Yine de bazı kimselerin Türkler üzerine garip fikirler besledikleri görülüyor. Sözde, Türkler, çocukları yiyen (yamyam) Kavuklu, sayısız karıları. Cariyeleriyle divanlarda bağdaş kurup oturan. Kıvırcık saçlı yamyamlardır.
AVRUPA KONSEYİNDEKİ Türk delegelerinden biri 1949’da ilk defa Strasbourg’a gittiği zaman. Bir Batı devleti delegesi yanına gelip ciddi ciddi, Türklerin o zamana kadar “kuyruklu” olduklarını sandığını söylemiş . Bunu bana kendisi anlattı… Kuyruklu olmadıklarına nasıl inandığını. Doğrusu anlayamadığımı da burada belirteyim. Son sekiz yıl içinde altıyüz bin Türk çalışmak için (başka Batı Almanya olmak üzere) Batı ülkelerine akın etmiştir. İlk defa bu kadar kabarık sayıda Türk, Batı Avrupa’ya girmektedir. (Askeri fetihleri sırasında, Viyana şehrinin surlarından öteye geçememişlerdi.) Bu akın, sayıca az, iyi öğrenim görmüş. Batılılaşmış Türk diplomatları. Resmi memurlarının Strasbourg ve Brüksel’e gidişine hiç benzememektedir.Çünkü, bu sefer ıssız Anadolu köylerinden kopan. Yüzbinlerce sıradan Türk, Batı uygarlığının doğruca göbeğine girmektedir.
-Devam edecek -