Gürcüler ve Yaşanan Acılar
Geçtiğimiz yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu tam bir felaketler zinciri ve dağılma süreci yaşadı.
Özellikle Balkanlar ve Kafkasya'dan çok sayıda muhacir neredeyse bir kırık iğneyi yanına alamadan çoğu zaman ölümlerinin yaşandığı zorlu yolculuklar sonrasında Anadolu’ya sığındı.
Ordu bölgesi bu felaketlerden nasibini alan Acara bölgesinden gelen Gürcülerin en yoğun yerleştiği bölgelerden biridir.
O dönemde şimdiki gibi devletin yerleşimcilere yer gösterme dışında katkıda bulunacak gücü yoktu.
Çoluk çocuk sersefil bir halde bölgeye kapağı atan muhacirler genel olarak yerli halk tarafından pek hoş karşılanmamış, tehdit olarak algılanıp bazı bölgelerde sistematik yıldırma faaliyetlerine maruz kalmıştı.
Ümit Tokcan’ın seslendirdiği Hekimoğlu türküsü Gürcülerle kan davası olan ve bu nedenle dağa çıkıp eşkıyalık yapan sonrasında devlet tarafından ölü ele geçirilen bir şahsın hikayesini anlatır.
Aramızda Gürcü muhacirlerin yaşadığı zorlukları canlı şahitlerinden dinlemiş olan insanlar henüz yaşıyor. Konu açıldığında bu insanların gözleri hemen yaşarıyor ve bir hamlede büyüklerinden duydukları yoksulluk ve düşmanlık öykülerini anlatmaya başlıyorlar.
Açık arazilerde soğuktan donmamak için çadır kuran yerleşimcilerin geri dönmeleri için çadırlarının kesilmesinden tutunda, çocuklarının aç kalmaması için bir kaç ailenin birlikte ortak aldığı ineklerin çalınması, su ihtiyaçlarını karşıladıkları kaynakların insan dışkılarıyla kirletilmesine kadar birçok öykü halen hafızalarda. Karınlarını doyurabilmek ve hayatta kalabilmek için yürüyerek Termeye giden ve arazide buldukları atları kaçırarak Fatsa’ya getiren insanlara kim kızabilir ki
Sanmayın ki bu öyküleri anlatanlar topluma ve devlete karşı kırgın ve kinli. Hepsi tırnağıyla kazıyarak ticari hayatta bir yerlere gelmiş ve toplumda söz sahibi olmuş bu insanların büyük bölümü yaşanan her şeye rağmen Cumhuriyet Türkiye’sinin kendilerine sunduğu imkânlardan dolayı devletine ve milletine oldukça sevgi ve saygı bağıyla bağlı.
Yakın tarihte bizimde katkılarımızla Suriye’de tam bir insanlık faciası yaşandı. Kim ne derse desin ülkemize gelen milyonlarca göçmen yüz yıl önceki göçmenlere göre çok daha iyi koşullara sahip ve yoğun olarak göç ettikleri yerlerde yaşanan münferit hadiseler hariç toplum tarafından şefkat ve sempati ile karşılandılar.
Bölgemizde sayıları çok olmadığı için gözlemlerimiz eksik olabilir (Fatsa’da yaklaşık 40 aile). Gelenler muhtemelen Suriye halkının genelini yansıtmamakla birlikte Baas rejimi (Suriye tipi başkanlık rejimi) toplumun üstünden silindir gibi geçmiş ve geriye vasıfsız, amaçsız bir toplum bırakmış.
Maalesef ilk gözlemlerimiz mültecilerin büyük kısmının topluma entegre olmak gibi bir gayretlerinin olmadığı, çalışmak yerine dilenciliği meslek olarak özümsediği yönündedir.
Özellikle camilerin etrafında bir araya gelip neşeli sohbetler yapan ve oldukça mutlu görünen kadınlı çocuklu insanlar, cemaatin dağılmasıyla her biri farklı çıkışı tutarak yüzlerinde Suriye dramını yansıtan bir hüzünle dilenmeye başlıyor.
Toplumunda bu konuda oldukça duyarlı olduğunu çoğunluğun azda olsa para vermeden geçmediğini görüyoruz.
Yetkililerden aldığımız bilgilere göre bu insanların birçok kurum tarafından barınma ve gıda gibi temel ihtiyaçları düzenli olarak karşılanmasına rağmen dilenciliğin bir türlü önüne geçilemiyor. Savaşın belki de tek kazananı Suriye’de daha kötü koşularda yaşarken aile boyu dilencilikle muhtemelen servet edinmeye başlayan bu insanlar.
Şimdilik yerel yönetimler dilenciliği önlemeye yönelik hiçbir caydırıcı önlem almıyor. Bu durum kötü koşullarda yaşayan insanlarımız içinde olumsuz örnekler oluşturuyor.
Birkaç yıl önce Mardin Midyat’a turistik bir gezi yapmıştım. Yanımdaki arkadaş sokakta oynayan bir çocuğa biraz para verince etrafımız bir anda onlarca çocuk tarafından sarıldı. Böyle bir tabloyu memleketimizde düşünemeyiz bile. Memleketin her tarafını gezmiş biri olarak söylüyorum. Güneydoğu insanı kesinlikle Karadeniz insanından fakir değildir. Bizim sefaletimizi yeşillik örtüyor. İnsanımız Açsa genelde dilenmiyor ve gurbete gidiyor. ,
Bu tespitleri insanları aşağılamak için değil sosyolojik bir olguya parmak basmak için yaptım.
Tüm yokluklara ve sıfırdan hayata başlamalarına rağmen çalışkanlıkları ve dürüstlükleriyle toplumda yer edinen Gürcü kökenli vatandaşlarımız için bir alkış istiyorum.
Yokluk ve başarı öykülerini paylaşalım ki gelecek nesiller yaşananlardan ders çıkarabilsin.