KİMLERE FATSALI DENİR?
5 Aralık 2015 Cumartesi akşamı Dolunay’da düzenlenen bir gecede Fatsa kültürüne katkıda bulunmuş 37 kişiye İstanbul Fatsalılar Derneği imzasını taşıyan birer plaket verildi. Bunların arasında Şenal’la ikimiz de varız. Şenal’ı tanımayanlar için belirtmeliyim, o benim eşimdir. Evlenmemizin ardından 1974-1975 öğretim yılı ortasında Fatsa Ortaokulu’nda Türkçe öğretmeni olarak göreve başlamış ve benim Yozgat’a sürülmem üzerine burada yalnız bir yıl daha çalışmıştır. Fatsa’nın en karışık olduğu yıllardır ve Şenal’a ortaokuldaki öğrencileri evden okula, okuldan eve eşlik etmektedirler. 1976 yılında eş durumundan ikimiz İnebolu Ortaokulu’nda bir araya getirildik. Onun Fatsalılığı evlenmemiz üzerine nüfusunun o tarihten beri Fatsa’da bulunmasıdır. Plaketini alırken yaptığı konuşmada, olgunluk gösterip hemşehrilerimin yanında beni övmez mi? Bu evlilikten, Fatsa’nın gelini olmaktan çok mutluymuş. Bugüne gelişini bunlara borçluymuş! Parlamentoda da Fatsa’yı temsil etmeye çalışacakmış…
Benim Fatsalılığıma gelince: Ben kendimi şöyle göğsümü gere gere Fatsalı sayamadım. Bir insanın Fatsalı sayılması için Fatsa nüfusuna kayıtlı olması yetmez. Onun uzun süre Fatsa kentinde oturuyor olması, orada bir evinin ve sürekli işinin olması ve biraz da Fatsa’nın ileri gelen bir ailesine mensup olması gerekir. Bütün kentlerimizi böyle “ileri gelen” aileler temsil eder.
Bir Fatsalı çamur çiğnememiştir. Kundura giymiştir. Sinemaya gitme imkânını bulmuştur. Okulu yakındır. Fatsa’ya bağlı köylüler ise Fatsalı olmaktan çok köyleriyle anılırlar. Ankara’da, İstanbul’da ve yurdun daha birçok yerinde böyle Fatsalılar yaşamaktadır. Bunlar doğrudan doğruya kendi köylerinden buralara göç etmişlerdir. Fatsa onlar için köylerine gidip gelirken arabadan indikleri veya arabaya bindikleri yerdir. Eskiden kara lastik giyerlerdi. Fındık yüklü hayvanlarının peşinden dere tepe aşarak Mağazalarbaşı’ndan veya Sülükgölü’nden Fatsa’ya inerler, fındıklarını tüccara veya kooperatife teslim ederler, lokantaya bile gitmeden yarım pazar ekmeğinin içine 250 gram helva koyarak köy yolunu tutarlardı. Yatılı okullarda okuyanlar için de Fatsa kenti bir zorunlu aktarma yeriydi. Bir an önce köylerine ulaşmak isterler, dönüşlerinde de Fatsa’da bir gece bile kalmadan okullarına yollanırlardı. Bunu neresi Fatsalılık?
Gerçi beni tam bir Fatsalı yapmaya yetmese de benim bu önceleri kasaba, şimdi şehir ile ilgim biraz daha ileridir. 1954-1955 yılında ilkokul ikinci sınıfı Sakarya İlkokulunda okudum. 1965-1967 yılları arasında Yassıtaş İlkokulu öğretmeniyken Fatsa ile bağlantım biraz daha fazla oldu. Son olarak da 1964-1965 öğretim yılında Fatsa Ortookulunda Türkçe öğretmenliği yaptım.
Fatsa’da uzun süre kalabilseydim bu belki Fatsalı sayılmama yetebilirdi. Ama hükümetlerimiz buna izin vermedi. Biri 1967’de, diğeri 1975’te olmak üzere beni Fatsa’dan iki kez sürdü. Öyle olunca ben nasıl Fatsalı olabilirdim?
KÜLTÜREL İZLER
Ama eğer Fatsa, köyleri ile birlikte ele alınır da o coğrafyada kültürel bir izim söz konusu edilecekse bunu göğsümü kabartarak kabul ederim. 1963’te Beyceli Kalkındırma Derneği’nin kuruluşunda, Beyceli’de bir kitaplık açılışında, Beyceli köylülerinin Orduya kadar iki günlük yol yürüyüşünde ki Türkiye’de ilk köylü yürüyüşüdür, 1965-1967 yıllarında çıkardığımız İleri Köy gazetesi, 1967’de köylerde yaptığımız açık oturumlar, Fatsa şehri içindeki Yoksulluk Yürüyüşü, 1975-76’da çıkardığımız Fatsa TÖB-DER Haftalık Haber Bülteni, Beyceli köyü odaklı olmak üzere Çocuk ve Vatan (Beyceli’de 100 Yıllık Değişim), Bir Ömür Böyle Geçti, Ali Hafızoğlu kitabı ve son yıllarda Fatsa’nın iki gazetesinde yazılarımın yayımlanması bu izin kanıtları sayılabilir.
Ben kendimi nasıl Fatsalı sayamamışsam, Fatsalılar da beni uzun yıllar kendilerinden saymadılar. Fatsa için olağanüstü koşullarda bunun anlaşılır nedenleri vardır. Ankara’da Fatsalılar Derneği uzun yıllar öncesinden beri var. Bu derneğin düzenlediği yemekli toplantıların haberlerini Fatsa gazetelerinden okurdum. Toplantıların yıldızları milletvekilleri, iş adamları ve Fatsa’nın yöneticileri olurdu. Beni o toplantılara çağıran olmadığı gibi, ben de gidip bir köşede sığıntı gibi oturmayı kabul edemezdim. Ancak bir davet üzerine bu derneğin kongresine geçen yıl katıldım, derneğe üye oldum. Bilmem bu durum artık Fatsalı sayılmama yeter mi?
Fatsa kültüründe iz bıraktığı için kimlere plaket verilmesi gerektiği konusunda bir görüş belirtmem abes olur. Bu her zaman tartışmalı bir konu olmaya devam kalacaktır. Bu etkinliğe önayak olan Fatsa tarihi araştırmacısı Celal Çukurlu’nun ortaokulda bir yıl Türkçe öğretmeni olmasaydım belki bu plaketin sahibi olmayacaktım. Bu da öğretmenliğin verdiği bir avantaj sayılmalı. Sevinerek aldım. Dolunay’daki tören konuşmalarından ve katılımcılardan, Fatsa’daki gerilimin iyice törpülendiği, Fatsa tarihine artık daha gerçekçi gözlerle bakıldığı anlaşılıyordu. Eski belediye başkanı Fikri Sönmez için oğluna plaket verilmesi de bunu gösteriyor.
Kendimi artık Fatsalı sayabilirim. Bunu kanıtlayan beratım da var.
Ne demişler, çağrılmadığın yere gidip de dar eyleme, çağrıldığın yere gitmeye ar eyleme…