CUMHURİYET KAVGAMIZ
Cumhuriyetin ilan edilişinin 92. yıl dönümünde hâlâ bir “cumhuriyet” kavgasının içindeyiz. Cumhuriyetin patent hakkı, şehirleşmiş, Batı Kültürüyle yetişmiş orta sınıf çevrelerine ait gibi görünüyor. Taşra tefeci tüccar sınıftan evrilerek iktidara el koymuş muhafazakâr bir sınıf da sıkıştığı zaman “asıl cumhuriyetçi biziz” demekten geri kalmıyor.
Bu kavga, sınıf mücadelesinin Türkiye’ye özgü biçiminden başka bir şey değil. İlki, meşruiyetini 1923’ün kurucu iradesine ve medeni hayata bağlıyor, ikincisi yerleşik inançlara ve kitlelerden aldığı oya. Bu arada “hiç hesapta yokken” üçüncü bir taraf daha ortaya çıktı: Esas olarak etnik bir topluluğun haklarına ve temsilini isteyen bu kuvvet de varlığını gerçek cumhuriyetin gereği olarak savunuyor.
Aslına bakılırsa “cumhuriyet” sihirli, kutsal bir kavram değil. Dünyada öyle cumhuriyetler var (bizde de oldu) ki “düşman başına” dedirtecek durumda. Adı cumhuriyet olmayan öyle yönetimler var ki, uygulanan parlamenter demokrasiye bakarak herkes onlara imreniyor.
Bütün cumhuriyetlerin ortak tek özelliği, başta meşruiyetini kendisinden veya hanedanından alan bir şahın, padişahın, çarın, imparatorun, kayzerin olmayışı. Geri kalan bütün rejimlerin adı cumhuriyet. İster bir grup darbeci tarafından, ister sandıktan çıkmış olanlar tarafından yönetilsin.
Cumhuriyet kavramı ilk çağlara dayanıyor. Yunan şehir devletlerinde, özellikle Atina’da, köleler dışında herkesin oy kullandığı cumhuriyetler vardı. Modern çağda cumhuriyetlerin başlangıcını ise 1789 Fransız İhtilâline götürmek mümkün.
Türkiye tarihinde 1876 Meşrutiyet Anayasası, Cumhuriyete giden ilk hareketti. 1908’de yeniden ilan edilen Meşrutiyet’te babadan oğla geçen padişahlık makamı artık sembolik bir hale gelmişti. Türkiye’yi Sultan Reşat değil, İttihat ve Terakki yönetti. Onun ölümünden sonra da sanıldığı gibi ülkeyi Vahdettin değil, o dönemdeki güç dengelerine göre İzzet, Damat Ferit, Ali Rıza, Tevfik Paşa başkanlığında çeşitli kabineler idare ettiler.
23 NİSAN 1920 BİR CUMHURİYETTİ
Türkiye’de ilk cumhuriyet, 23 Nisan 1920’de toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetimidir. Lozan Konferansı’na gitmesini önlemek için bu Meclis 1 Kasım 1922’de İstanbul’daki padişahlığa son verince cumhuriyet yönetimi pekişmiş oldu ama devletin adı Türkiye devleti olarak devam etti. 29 Ekim 1923’e kadar.
Türkiye’de cumhuriyet, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yetkilerini artırmak ve onu devlet işlerinde tek söz sahibi yapmak için ilan edildi. O gün cumhuriyet hükümet buhranına çözüm bulmanın yöntemi oldu. O güne kadar tek tek Meclis içinden seçilen bakanları artık cumhurbaşkanı atayacaktı. Ülke o tarihten sonra onun başında bulunduğu tek parti tarafından yönetilmeye başlandı. Bu nedenle cumhuriyet kavramı Atatürk’le bütünleşti. Cumhuriyetin ilan edildiği oturuma 334 milletvekilinden ancak 158’inin katılması, cumhuriyet yönetimine muhalefeti değil, Mustafa Kemal Paşa’nın tek yetkili adam olacağı endişesini göstermektedir. Yoksa padişahlık zaten bir yıl önce resmen tarihe karışmıştı.
Birinci Dünya Savaşının sonu cumhuriyet rejimlerinin yaygınlaştığı bir dönemdir ve Osmanlı devleti bunun dışında kalamazdı. 1917’de çarlığın yıkılmasıyla Rusya’da ve Kafkaslarda cumhuriyetler kuruldu. 1918’de Almanya, Avusturya, Macaristan cumhuriyet oldu. Mustafa Kemal’in savaş sırasındaki notları da Türkiye aydınlarının savaştan sonra bir cumhuriyet rejimi kurmayı gündeme aldıklarını gösteriyor.
1923’ten sonra Türkiye cumhuriyetinin asıl özelliği, halkın kendi kendini yönetmesi anlamında bir demokrasiyi değil, Tanzimat’tan beri dairesi içine girilen Batı yaşam tarzı ve hukuk sistemini ülkeye tam olarak yerleştirmeyi hedeflemesidir. Bunun çok partili bir sisteme yönelmemesi mümkün değildi. Nitekim bu kez İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine denk gelen 1945’te artık bundan kaçınılamayacağı anlaşıldı. Bu iki partili sisteme dayanan çeyrek bir demokrasi idi.
DEMOKRATİK CUMHURİYET ÖZLEMİ
Cumhuriyetimiz, bu tarihten sonra da büyük değişikliklere uğradı. Özgürlüğün yolunu açan 1960 devrimi, 1971 ve 1980 yarı faşist darbeleri, tek partilerin ve koalisyonların iktidarı… Derken 2002’de AKP’nin tek başına iktidarına dayandık.
Şimdi Türkiye, tek adamın ülkeyi tek başına sorumsuzca yönetmesine engel olmaya çalışıyor. Millet çoğunluğu esasında bu konudaki iradesini 7 Haziran seçimlerinde belli etti ama partinin hiçbir anayasal kural tanımayan gerçek liderinin hırsları nedeniyle gerçekleştiremedi. 1 Kasım’da millet, bir kez daha deneyecek.
Böylelikle ülkenin bir diktatörlüğe gidişini ve diktatörlük heveslisi tarafından Orta Çağ düzenine dönülmesini engelleyerek cumhuriyetimize sahip çıkmış olacağız.
Halk kitlelerinin verdiği fakat acımasızca bastırılan bunca mücadeleye rağmen, halkın kendi kendini doğrudan yönetmesi anlamındaki demokratik cumhuriyete kavuşmamız için ise daha 40 fırın ekmek yememizin gerektiği anlaşılıyor. Ne yapalım ki merdiven basamak basamak çıkılıyor.
(28 Ekim 2015)