Kabe, vinç ve hoyratlık
HİCAZ Demiryolu’nun inşası ile ilgili en yaygın anlatılardan biridir. Medine’nin merkezine 20 km. kala demiryolunun keçelerle kaplandığı rivayeti. Maksat; Rasulullah Efendimizin ruhaniyetinin rahatsız edilmemesidir. Benzer şekilde, kutsal beldelere yapılan yolculuğa ruh veren esas edeptir. Ki, Nabi’nin yolculuğu bunun en güzel örneğidir. 17.yy’da devlet ricali ile Medine’ye yola çıkan Nabi, yolda konaklama sırasında bir paşanın ayağını Medine tarafına uzattığını görmüş ve meşhur natını kaleme almıştır. ‘Sakın terk-i edebden, kuy-ı mahbub-ı Hudadır bu Nazargah-ı İlahidir, Makam-ı Mustafa’dır bu’ Hadimul Haremeyn olan Osmanlı’nın Mekke ve Medine’ye yaklaşımı, saygısı , hürmeti buydu. Oysa bugün Kabe, hoyrat bir vinçle gündemimizde. Şair Nabi’nin ilahi nazargah olarak kabul ettiği Peygamber makamına bu derece hürmet artık geçmişte kaldığı gibi, yanı başındaki kutsal belde Kabe’nin üzerinde Arş-ı azam’a uzanan kozmik sütunlarla yarışan vinç küstahlığı da çağımızı istila etmiş durumdadır. Bu manzara, biz Müslümanların kendi ruh inceliğimizi kıyas edebileceğimiz bir ayna, bir tartıdır aslında.
100’den fazla kişinin ölümüne neden olan Kabe-i Muazzama’yı kanlı görüntülerle yan yana getiren bizim hoyratlığımızın, bizim insana, çevreye, dünyaya bakışımızın tezahürüdür.
Vinç kazası, Kabe’ye metrelerce yükseklikten bakan ‘Zemzem Tower’ kibrinin de izdüşümü, kabalaşan ruhumuzun en çarpıcı yansımasıdır. İnsanoğlunun kendisini en ‘kul’ hissettiği secdeden başını kaldırdığı anda, karşısına dikilen modern insan egosudur. ‘Zemzem Tower’ Mekke bugün ne yazık ki, kulluk ile mütekebbir insan egosunun en çirkin biçimde karşılaştığı paradoksal bir mekan haline gelmiştir.
Oysa tarih boyunca Mekke’ye, Kabe’nin inşaatına ilişkin her şey dev imparatorlukların güç ve iktidarını dahi dize getiren bir inceliğe konu olmuştur. Kabe’nin ilahi işaretle yapılan orijinal bir eser olduğu kabul edilmiş, orijinali hep korunmuş ve daha sonraki yenilemelerin de peygamberler nezaretinde gerçekleştiği düşüncesi, onunla ilgili her işi ince ve hassas bir zanaatkar ruhuna teslim etmiştir. Kabe ve çevresinin restorasyonu, sadece taş ustalarının işi olmaktan çıkıp, fıkıh alimlerinin ve sanat ruhuna sahip zanaatkarların müdahil olduğu bir mevzu olmuştur. Restorasyonun tüm aşamaları törensel bir ağırlık içinde gerçekleşmiş, Kabe örtüsünün dokunması, değiştirilmesi dahi başlı başına bir seremonik unsur haline gelmiştir. Öyle ki inşaat sırasında kullanılan alet edevat ve yapı iskelesini oluşturan kereste, Mekke’nin dışında bir yere gömülmüş, böylece bu malzemelerin cismani bir işte kullanılmaları önlenmiştir.
Oysa bu çağda yaşananlar Kabe-i Muazzama’ya ve onun çevresinde içimize yerleşen değerlere hürmetsizliktir.
Kaynak Kişi: Hümeyra ŞAHİN