AKIL TUTULMASI
Nasıl bir akıl tutulması yaşanıyorsa artık, şehit ailesine çocuklarının öldüğü haberini vermek için, yanlarına kameralarla giden devlet yetkilileri var bu ülkede. Ne görecekler, neyi gösterecekler, acının en saf, en katıksız halinden başka. Evladını kaybeden bir annenin, babanın en derin acısını insanlara izlettirmekle neyi değiştirecekler.
Nasıl bir paylaşım çılgınlığı yaşıyoruz son dönemlerde. Sosyal medya denen mecrada da, adeta kana susayan insan topluluğu oluşmuş durumda. Birilerinin cesetleri, kadın erkek demeden paylaşılıyor ve öyle yorumlar yapılıyor ki bunlara, kendimi Roma döneminde bir arenada hayvanlara atılan esirlere alkış tutan insan topluluğu içinde hissediyorum.
Bu kadar mı insanlıktan uzaklaştık, ölüye saygıyı unuttuk, ölen kim olursa olsun, en ağır suçlu da olsa, ölen bir insan üzerinden sevinç çığlıkları atmanın, bunları herkese sergilemenin, onlarında bir zamanlar bir annenin babanın evladı olduğunu unutmanın, ya da hangi şartlarda belki de hiç istemeden orada bulunduğunu bile düşünmemenin sebeplerini anlayamıyorum.
Çok zor günlerden geçiyoruz. Acının yüzyılını yaşıyoruz. Her gün şehit haberleriyle uyanıp, kulağımız tetikte bekliyoruz. Bazen iki ateş arasında kalmış çocukların cesetleri bekletiliyor günlerce, bazen de yola döşenen mayınla patlatılan araçlarda askerlerimiz savruluyor bir bilinmezliğe. Düşman kim, nerede belli değil. Hangi yolda, hangi köşede, tehlike nerede, belli değil. Başı, sonu nerede biter bu düşmanlığın belli değil. Kim destekliyor olanı biteni, kim durdurmak istiyor belli değil.
Nefretin yüzyılına sürükleniyoruz dostlar. Bir gecede kardeş kardeşe, komşu komşuya düşman oluveriyor. Yüzyıllardır aynı topraklarda, aynı kaderi yaşadığımız insanlarla, çok uzak coğrafyalara savruluyoruz. Masumiyetini yitirmiş çocuklar gibi, anlamsız ve sebepsiz düşmanlıklara yöneliyoruz. Bir ateş çemberiyle çevrilmiş ülkemizin topraklarına da bir anda sıçrayan bu düşmanlık ateşi bizi de içine alıp, bir ateş topu haline getirecek ki kimsenin haberi yok.
Günlerdir Avrupa’ya gitmek için yollarda hayatını kaybeden, denizlerde evlatlarını kaybeden, vatanından, toprağından kaçıp, onları hiç te istemeye gönüllü olmayan ülkelere sığınmak zorunda kalan insanları görmüyor muyuz? Ne oldu da bu hale geldiler. Savaş halen sürerken, kim kazanacak bunun sonunda, yüzlerce, binlerce insan öldükten sonra, evinden barkından sürülen milyonlarca insan olduktan sonra, kim kazanacak ? Kazanan sadece savaştan ve kandan beslenenler olacak. Yine silah satanlar, bomba imal edenler, bir ülkenin kalıntılarını sömürenler olacak.
Tüm bunları görürken, hatta ta içimizde yaşarken, nasıl oluyor da aynı acılara doğru yöneliyor, bir türlü tarihten ders alamıyoruz. Savaşı ve şiddeti kendimizden uzak tutmadığımız sürece, içimizde çoğalan nefret tohumlarını sadece bugüne değil, tüm gelecek nesillere de ekiyoruz farkında olmadan. Terörün ve savaşın kazananı yoktur. Sonu da, başı da belli değildir. Nerede başlayıp, nerede bittiğini masum halk yığınları bilemez. Birileri düğmeye basar, birileri ilerletir, birileri de kazanır. Ama kazanan asla halk olmaz. Masumlar değildir kazanan.
Şiddeti ve nefreti sonlandırmak zorundayız, ölü bedenler üzerinden ne sevinç çığlığı ne de hamaset yapmadığımız zamanlara gelmeliyiz artık. Barışın ve insanca yaşamanın onuruyla, bir an önce susturmalıyız içimizdeki savaş çığlıklarını.