SAMİMİYETSİZLİK UÇURUMUNA İLERLİYORUZR30;
Bir memleketin kalkınması, kalkınmayı isteyip istememesiyle orantılıdır.
Kalkınmayı ya da gelişmeyi istiyormuş gibi yapıp ilerleyen hiç kimse yok.
Kalkınmaya giden yol; azim ister.
En az iki kişilik çalışma ister.
Huzur ve asayiş ister.
Başkalarını düşünmeyi ister.
Mesela komşuyu, çevreyi ve tabi ki memleketi…
Ama kalkınmaya giden yol ille de samimiyet ister.
Ben diyorum ki; işe önce buradan mı başlasak?
Zira samimi ve içten olmadan yaptığımız hiçbir çalışma, bizi bu güne kadar başarıya ulaştıramadı.
Nasıl ulaştırsın ki?
Zaman zaman “dünyaya dayılandığımız” anları bir düşünün…
Her fırsatta “lider ülke” olduğumuzu iddia etmedik mi?
“Ortadoğu’da yaşanan hiçbir şey Türkiye’ye rağmen olamaz” demedik mi?
Peki, olamadı mı?
Ortadoğu’da “bize rağmen” yapılmayan ne var?
Konu çok boyutlu ama kısa bir hatırlatma yapalım.
Özal döneminde Irak’ın kuzeyine “çekiç güç” kuruldu.
Rahmetli Özal dâhil, onun ardından gelen bütün hükümetler o dönemde hep şunu söyledi:
“Irak’ın kuzeyinde uydu bir devletin kurulmasına asla izin vermeyeceğiz”
İşte o “izin vermeyeceğiz” dedikleri bölgede bu gün “Bölgesel Kürt Devleti” var.
Şimdi de aynı cümleler Suriye’nin kuzeyi için söyleniyor.
Pek Sayın büyüklerimiz bu günlerde geçmişte söylenen aşina ifadenin neredeyse tıpkısını telaffuz ediyor.
“Neye mal olursa olsun Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt Devleti kurulmasına asla izin vermeyiz.”
Sanırım acı acı gülmek deyimi, böyle durumlar için geçerli…
Ve sanırım yetkililerimiz iç kamuoyuna başka, dışarıya karşı başka bir tavır sergiliyorlar.
Neden mi?
Mademki; bize rağmen Ortadoğu’da yaprak kımıldamıyor, o halde sözüm ona birilerinin projesi nasıl oluyor da tıkır tıkır işleyebiliyor?
Eğer ettiğin büyük sözler kadar aynı büyüklükte bir güce sahip değilsen, bu noktada samimiyet aranır.
Ya da şöyle düşünülür: “Kamuoyunun gazı alınıyor”
Suriye’den yola çıkarak samimiyetsizliğimize örnek vermek istedim sadece…
Aksi takdirde dış politika üzerine ahkâm kesmek değildi amacım...
Çünkü kalkınmaya giden yolda sergilediğimiz samimiyetsizlik, yalnız devlet ve siyaset düzeyinde değil elbette…
Korkarım toplumun büyük bir kesimine virüs gibi yayılan bir riyakârlık hâkim…
Birileri her fırsatta dinin en büyük savunucusu hakkını kendinde görebiliyor.
Fakat bu “savunucuların” özellikle sosyal ve ticari hayatlarını biraz incelediğinizde orada da samimiyet göremiyorsunuz.
Öte yandan birey olarak işimizde yeterince performans gösteremezken, kendimizden başka herkesten en mükemmel hizmeti istiyoruz.
Yani üç kuruşa beş köfte...
Biz başbakan olsak, memleketi hemen uçuruyoruz ama uçurmak için iki satır okumak gerektiğine akıl erdiremiyoruz.
Bir başka ifadeyle her şeyi biliyormuş gibi yaptığımız halde, aslında hiçbir şey bilmediğimizi kabullenme erdemi için ar damarı taşımıyoruz.
Kısacası çıkınımızda olması gereken samimiyet ve içtenlik hak getire…
Kendi iştigal alanlarımızın dışındaki her konudan anlıyoruz.
Sonra da; “Niye geri kaldık?” diye dövünüp duruyoruz.
Bu soruya Karadenizlinin genlerinde olan “soruya soru” şeklinde bir tarzda karşılık vermek gerekir:
Niye acaba?
HOŞÇAKALIN