KİMSE MASAL OKUMASIN...
Gelin size karamsar bir tablo çizeyim.
Umudu umut etmekten yorulduk çünkü…
Hatta yorgunluğun bir ötesine geçtik.
Bitkin düştük…
Çok defa düşündüğümüzü, akıl ettiğimizi ve her şeyin yolunda gittiğini zannettik.
Daha kötüsü, zannettiğimiz şeyin gerçek olduğunu zannettik.
Sanırım bundan daha vahimi yok.
Oysa küçücük dünyalarımızda ne kadar ‘büyük’ düşünebilirdik ki?
Yanılgılar sona ermediği sürece büyük düşünemeyecektik elbette…
Neden büyük düşünemiyoruz peki?
Bu konuda iki görüş var.
Birincisi; büyük düşünmemizi ve ilerlememizi istemeyen küresel güçler var.
İkincisi de; toplum olarak böyle bir özellikten yoksunuz.
Şıklardan hangisi doğru olursa olsun şimdilik bunları bir kenara bırakalım.
Zira bunlara takılıp kaldığımız için farkında olmadan adeta prangalarla yaşamak zorunda kalıyoruz.
Sonra da ilerlemeyi ve gelişmeyi murat ediyoruz.
Olmaz.
Çünkü anahtar olmadan kapıyı açamazsınız.
Bir kere ne durumda olduğumuza bir bakalım.
Aslında çoğumuz farkındayız.
Öfkeli ve tahammülsüz bir tablo çiziyoruz.
Beklemeyi bilmiyoruz.
Ve neredeyse her şeye öfkeliyiz.
Sizce bu, neyin yansıması olabilir?
Pek tabi ki; küçücük dünyalarımızın ve cehaletimizin…
Cehaleti halledersek, daracık dünyamızdan kurtulabilir miyiz?
Eksiklerine rağmen evet…
Neden eksiklerine rağmen?
Çünkü bu eğitim sisteminde diploma sahibi her insanın cehaleti yendiğini söyleyemeyiz.
Sadece işin ‘kabasını’ almış oluruz.
Her hangi bir okuldan mezun olan kişinin cehaleti yenip yenmediği şüpheli olduğu gibi, hayata atıldığında gazete, dergi, kitap gibi neşriyatları eline almayan bir insan yapısına sahibiz.
Böyle bir toplumun bireyinden ne beklersiniz?
Olaylara ve gelişmelere karşı verilen tepkilerin birçoğu sağlıklı değil…
Olması da mümkün değil…
Bu ‘familyadan’ olanlar; olmayan fikirlerini takım tutar gibi savunurlar.
Sözüm ona kendi düşüncelerinin dışındaki hiçbir düşünceye hayat hakkı tanımazlar.
Filan ilahiyatçıya ya da hocaya inanmışsa, o camiada başka hiç birinin sözünü dinlemezler.
Çünkü kendileri ‘anlamak’ yerine inanmayı tercih etmiştir.
İnanmak bir duygudur.
Ve duyguya mantık çerçevesinde etki edemezsiniz.
Mantığın iklimi, duygusallıkla örülmüş duvarların ötesi değildir çünkü…
Bir başka örnek:
Filan siyasetçinin ne söylediğinden çok, nasıl söylediği önemlidir bu türler için…
Bir başkası nasıl söylediğini değil de, ne söylediğini hatırlattığında öfkeden deliye döner.
Çünkü duymak istemediklerine hazır değildir.
Çünkü cahildir.
Sadece cahil olması da yetmez.
Nasıl bir girdabın içinde olduğunu bilmemesidir asıl sorun…
Hiç olmazsa bunu bilebilse…
Kendisine atılan can simidinin kıymetini de bilecek.
Onu bunu bilmem…
Bir toplum; mazrufa değil zarfa bakıyorsa…
Sistemli algı operasyonlarının kurbanı oluyorsa…
“Onlar bize çok çektirdi. Biz de fırsatını bulunca onlara çektireceğiz” diyorsa…
Bırakın köylü Mehmet Dayıyı, bir toplumun diplomalısı bile “ idrar yarışına” girmişse…
Camiye giden gitmeyene, gitmeyen gidene önyargılı bakıyorsa…
Kalabalıklar fikirlerin değil, kişilerin ardından gidiyorsa…
Kısacası öfke ve tahammülsüzlük galebe çalmışsa…
Bana kimse o toplumun aydınlık geleceğinden söz etmesin.
Kimse masal okumasın.
Hoşça kalın!