ÖNCE GERÇEĞİ GÖRMEK ŞART
Ülkemizde siyaset geniş ölçüde gerçeklere göre değil, şartlanmalara göre yapılıyor. Oysa herhangi bir politika geliştirirken beyin serbest bırakılmalı, kitlelerin ihtiyaçları, duyguları, siyasi partilerin ne yapmak istediği konusunda gerçekçi bilgiler edinilmelidir.
Bu yazıyı herhangi bir partiyi övmek veya eleştirmek için yazıyor değilim. Yazıda geçen parti adları, yalnızca anlatacağım olayın konusu oldukları için anılmıştır.
16 yıl önce 18 Nisan 1999 günü erken genel seçimler yapıldı. Başta Anasol-D hükümeti vardı ve bu hükümet başarılı değildi. Seçimde Bülent Ecevit’in başında olduğu Demokratik Sol Parti, oyların yüzde 22’sini alarak milletvekili sayısını 76’dan 136’ya çıkardı. Yükselen partilerden biri de MHP idi. O da daha önceki seçimde baraj altında kalmıştı. Bu seçimde yaklaşık yüzde 18 oy alarak 129 milletvekili çıkardı.
CHP baraj altında kalmış, Anavatan ve Doğru Yol partileri büyük bir oy kaybına uğramışlardı.
Seçim sonuçları tartışılırken yanıt verilmesi gereken en önemli soru, Ecevit’in ve Devlet Bahçeli’nin partisinin neden yükseldiği, düzenden sorumlu öteki partilerin neden büyük oranda oy kaybettiği idi. Seçmenler ne demek istemişlerdi?
Ben o sıralarda Köy Enstitüleri kutlamalarına katılmak için Ankara, İstanbul, İzmit, İzmir arasında otobüs yolculukları yapmakta idim. Birçok gazeteyi yanıma alıyor, seçim sonuçları ve bu sonuçlarla ilgili yorumları okuyordum.
Gördüm ki, Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığını, AB’ye bir an önce girmesini savunan küreselci yazarlar, seçim sonuçlarından hiç memnun değillerdi. Ecevit’in ve Devlet Bahçeli’nin bu projeye engel olacaklarını savunuyorlardı. Hatta “Türkiye’nin üstüne kara bir örtü örtüldü” diye yazanlar vardı. En çok da MHP üstünde duruyorlardı: Bu faşist bir parti idi. Sol ve uygarlık düşmanıydı. Cumhuriyet gazetesinin başyazarı İlhan Selçuk ise MHP’nin eski MHP olmadığını, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla eski işlevini kaybettiğini yazıyordu.
Bana göre de MHP bu bağlamda değişmişti. Türkiye halkı, küreselcilik yerine ulusal çıkarları öne çıkaran partilere yönelmişti. DSP ve MHP kırsalın partileriydiler. Artık ülkücü komandolar sağda solda solcu avına çıkacak değillerdi. MHP parlamenterist bir milliyetçi parti olmuştu. (Benim hissettiğime göre bu değişim, 12 Eylül’den sonra MHP yöneticileri cezaevindeyken başlamıştır.)
O zaman üyesi olduğum ve Sol Güçbirliği adaylarıyla seçimle girip 0.18 gibi düşük bir oy alan İşçi Partisi, seçim sonuçlarını değerlendiren toplantılar yaptı. Ankara il örgütünün yaptığı toplantıda seçim sonuçlarıyla ilgili görüşlerimi anlatırken MHP konusundaki Parti yöneticilerinin görüşlerinin yanlış olduğunu da söyledim. Partinin yöneticileri ve üyeler benim bu görüşüme hayret ettiler ve karşı çıktılar. Hayır! MHP değişmemişti ve değişemezdi. O eski MHP idi. ABD’nin bir aleti idi. ABD onu şimdi Ortadoğu’da kriz bölgelerine müdahale için kullanacaktı… Bu görüş, dünyada her şeyi Amerika’nın ayarladığını söyleyen bir komplo teorisi idi ve Türkiye halkının eğilimlerini hiç hesaba katmıyordu. Bugün de aynı komplo teorisinin sürüsüne bereket…
Seçim değerlendirmesi, 24-25 Nisan 1999’da Genel Merkez’in düzenlediği “Genişletilmiş Parti Meclisi Toplantısı”nda da ele alındı. Parti yöneticileri kürsüden yaptıkları konuşmada MHP’nin değişmediği görüşünü tekrarladılar. Verilen aradan sonra üyelerin konuşmalarına sıra gelecekti. Konuşmak isteyenler listesine adımı yazdırdım. Benden önce adını yazdıran 35-40 kişi vardı.
Genel Başkan yardımcılarından arkadaşım rahmetli Hasan Yalçın, neden bilmem, “Senin adını listenin başına alalım. En önce sen konuş!” dedi.
KUM TORBASI GİBİ…
“Hasan” dedim, “beni bir kum torbası gibi milletin önüne asacaksın. Gelen giden vuracak. Farkındayım ama olsun!”
Oturum açıldığında kürsüye çağrıldım. Görüşlerimi tekrarladım. Gerekçelerimi söyledim. Tahmin ettiğim gibi, benden sonra konuşan hemen herkes, benim yanlış düşündüğümü, MHP’nin değişmediğini ileri sürdü. Konuşmaları arka sıralardan sükûnetle dinledim. Bu kadar akıllı ve deneyimli siyasetçinin ağız birliği etmişçesine beni ve benimkine benzer görüşler dile getiren Burçay Anger’i eleştirmesinden hiç gocunmadım. Bazen tek bir insanın geniş bir gruba karşı doğruları savunabileceğini biliyordum.
İşçi Partisi’nin ertesi ay (Haziran 1999) yayımlanan aylık yayın organı Teori dergisinin 113. sayısı, ağırlıklı olarak seçim değerlendirmesi yazılarıyla çıktı. 80 sayfalık derginin 58 sayfası bu konuya ayrılmıştı ve sözünü ettiğim toplantıda yapılan konuşmalar da özetleniyordu. Şöyle ki, benim konuşmamdan tek satır bile verilmezken, uzun uzun bana yanıt verenlerin görüşleri anlatılıyordu! Benim neyi savunduğum, ancak bana yanıt verenlerin konuşmalarından çıkarılabiliyordu!
Bu nasıl bir yayıncılık anlayışı idi!
Ben aynı zamanda Teori dergisinin Ankara yazı kurulu üyesi idim. Aylık toplantılarımızda dergideki yazıları değerlendirirdik. Bu yayın anlayışının haksızlığını anlattım. Kurul üyeleri bana hak verdiler. Benim konuşmamım da İstanbul’a geçildiğini, editörün bunu dergiye koymamasının haksızlık olduğunu söylediler.
İP yöneticileri, MHP’nin değişmediği tezinde bir süre daha direttiler, fakat sonunda bu gerçeği kabul etmek zorunda kaldılar. “Kızılelma” politikasını benimseyerek bu kez Öncü Gençlik ile Ülkü Ocakları arasında bir beraberlik yaratmaya çalıştılar. ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilgili politikalarına bu kuvvet ile karşı koymaya çalıştılar.
Parti yöneticileri, gerçi MHP tabanını İP’in yanına çekmek için MHP yöneticilerine çatmayı sürdürdü. Çeşitli nedenlerle parti yöneticileri ile anlaşamayan MHP’lilere kucak açtı. Son seçimlerde de İP’ten dönüşme Vatan Partisi’nin genel başkanı; AKP, CHP, HDP’ye oy verilmemesini isterken bunlar arasında MHP’yi saymadı! Bu, “Oyunuzu Vatan Partisi’ne vermeyecekseniz MHP’ye verin” anlamına geliyordu.
Acaba MHP ne zaman değişmişti?
Ülkücüleri sokağa salmayışını takdir etmekle birlikte tahmin edileceği gibi, MHP’ye karşı bir sempatim yok. Doğru gördüğüm bir tutumuna “Doğru” demekten de çekinmem. Bu yazıyı Vatan Partisi’ni eleştirmek için de yazmış değilim. Demek istediğim, gerçekleri görerek ona göre politika üretmenin kaçınılmaz olduğudur. Gerçekleri görmeyerek, görmezlikten gelerek sağlıklı hiçbir politika üretilemez. Günümüzde de bunun o kadar çok örneği var ki…
(16 Haziran 2015)