CINGIRT MAĞARASINA NASIL GİDİLİR?
Birkaç yıldan beri, Fatsa’yı tanıtan yayınlarda Cıngırt Mağarasının adına rastlıyoruz. Kıyıya uzanan Yapraklı köyü sınırları içinde fakat denizden 200 metre yükseklikteki bu tarihi kalıntı, hemşehrimiz Pontos hükümdarının ülkesini Bizans saldırılarından korumak için yaptırdığı birçok savunma mevzisinden biri imiş.
Tarihimiz için önemli, Fatsa için daha da önemli böyle bir yeri gezip görmek herhalde her Fatsalının özlemi olmalıdır.
Ben de Fatsa’ya son gelişimde (29 Mayıs 2015), birkaç yıldır niyet edip de göremediğim bu mekânı gezmeyi kafama koymuştum.
Arkadaşlarım Ziya Yalman ve Kemal Gencay’ı öğretmenevinde yakaladım. Ziya’ya sordum.
— Araban nerde?
— Burada, dedi ziya.
— Senden bir şey rica edebilir miyim? Beni Cıngırt Mağarası’na götürür müsün?
— Hay hay, hemen gidebiliriz.
Ben Kemal’in de, Ziya’nın da bu kaleyi daha önce görmüş olabileceğini düşünüyordum. Bu kez yalnız benin için oraya gidecekleri için de biraz mahcuptum. Meğer ikisi de Cıngırt’ı görmemişler!
Öyledir, başka yerlere geziye gideriz de orada ne kadar tarihî ve turistik yer varsa görmeden dönmek istemeyiz. Kendi memleketimizdekilere gelince “Bugün gideriz, yarın gideriz” diye uyuşukluğumuz tutar.
Fatsa Büyük Sanayi Sitesi’ne varıp Cıngırt’a hangi yoldan gidileceğini sorduk. Biraz Fatsa tarafındaki benzin istasyonundan yukarıya doğru giden yolu tarif ettiler. Kız Yurdunu geçince sağa sapacak ve yolu takip edecektik.
İlk kez gidilen yollar insana biraz uzun gelir. Fakat Cıngırt yolunun özelliği uzunluğundan çok, son derece kötü olması, araba kullanmak için cambazlık gerektirmesi. Yol boyunca hiçbir levha da yok.
Gide gide bir yokuşun başına vardık ve yol burada bitti. Peki, Cıngırt nerede? Aklıma bu konuda yayın yapmış oylan Ali Zeren geldi. Telefon ettim ve bulunduğumuz yeri tarif ettim.
—Arabayı orada bırakın, sağ tarafta orman içinde bir yokuş var. Yüz metre çıkın, bir tepeye varacaksınız. Mağara orada, dedi.
Ziya, bu yokuşu çıkmaya cesaret edemeden bizi arabada bekledi. Kemal’le ben bütün “gençlik enerjimizi” toplayarak, eski Pınaralan ormanlarını andıran, bitki biliminde orman gülü olarak geçen ağu çiçeklerinin de bulunduğu, balta girmemiş bir ormanlık araziyi tırmanarak tepeye çıktık. O muazzam ve hayret verici mağaranın ağzına ulaştık. Bir yapının çift kanatlı büyük bir kapısı kadar geniş bir mağara, aşağıya doğru merdivenlerle uzanıyor. Kim bilir nereye kadar iniyor. Meraklı bir beyne tavan yaptıracak sırlarla dolu bir yer. Derinliğini sesinden anlamak için birkaç taş attık. Belki yedi sekiz kere çarpma sesi geldi ve herhalde suya erince ses kesildi.
Mağaranın çevresinde yazları iki yıldır kazı çalışmaları da yapılıyormuş. Zeminde doğal ve kesme taşlar ortaya çıkarılmış ve anlaşılan daha kazılacak çok yeri var.
Mağaradan dönerken, burayı gezmeyi ihmal eden hemşehrilerimi eleştirmek yerine, buraya doğru dürüst yol yapmayan belediyeye karşı söylenip durdum. Yoksa bu görev onun değil de Turizm Bakanlığının mı? Kimi ilgilendirirse ilgilendirsin, Cıngırt’ı ziyarete uygun hale getirmek, sahil boyuna bir serenti dikmekten çok daha anlamlı olabilirdi. Çünkü her topluluk, yaşadıkları toprakların daha önce kimlere beşiklik yaptığını bilecek bir tarih bilincine sahip olmalıdır. Üstelik Çıngırt’taki yazıya bakılırsa burası insanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri yerleşim yeri olmuş.
Cıngırt gezisi ayakkabımın topuğunun kopmasına sebep oldu. Olsun, bir çift ayakkabıdan bile daha fazlasına değer… (2 Haziran 2015)