23 NİSAN
Çocuk Bayramımızı kutladık 23 Nisan’da. Okullarda okunan şiirler, çocukların güzel seslerinden yankılanan ezgiler doldurdu okul bahçelerini…Küçücük ellerinden kocaman sevgiler dağıtan güzel yüzlü, aydınlık yarınlarımız; Atatürk’ün kendilerine armağanı olan bir günde yaşadılar gelecek umutlarını..
Bu ülkenin aydınlık yarını olan çocuklarımıza nasıl bir gelecek inşa ediyoruz acaba? Onların umutlarına, hayallerine, sevgi dolu yüreklerine yakışır bir gelecek mi? Yoksa sevgiden,umuttan uzak bir gelecek mi?
Bu ülkenin çocukları yorgun ve umutsuz oluverdiler çocuk yaşlarında. Eşit olmayan bir eğitim sisteminin içinde, sürekli değişen bir yarış ortamında çocuk olmayı unuttular. Düşünmeyi, araştırmayı ve sorgulamayı erkenden bırakmak zorunda kaldılar. Kimileri ise, bu yarışa girecek kadar bile şanslı değildi. Okumak, hayal kurmak yasaktı onlara.
Çocuk işçi oldular, evlerine ekmek götürme kaygısıyla tanıştılar erken yaşta. Kimileri bunu da yapamayıp, sokaklarda kaldılar evsiz barksız. Yetiştirme yurtlarına sığındılar, bazen tacize uğrayıp, kaçtılar, bazen erken yaşta şiddetin en ağırına maruz kaldılar.
Anneleri öldürüldü gözlerinin önünde, yanlarında kimseyi bulamadılar. İstismara uğradılar rızaları var denildi, bunları yapanlar sokaklarda dolaşmaya devam etti.
Kimileri kaçırıldı, bazen tanıdıkları, bazen de hiç tanımadıkları kast etti canlarına. Kimileri hayat boyu taşıyacakları ağır yüklerle yaşamaya devam etti, yaşamdan hiçbir beklentileri kalmadan bir köşeye savurdu hayat onları.
Bazı gün sokakta yürürken, yakaladı ölüm onları, çatışmaların arasında kaldılar, gaz fişekleri isabet etti gözlerine, beyinleri uyudu sonsuza dek. Ya da bir maganda kurşunu saplandı yüreklerine, en anlamsızından, en beklenmedik yerden, günlerce beklediler başucunda da, uyanamadılar bir türlü.
Bazen de en sevdiklerini kaybettiler ya bir maden ocağının göçüğünde, ya da bir inşaatın altında kalıverdi babaları. Akşam olunca koşamadılar kucağına, sarılamadılar bir gün daha.
Gün geldi, babaları, anneleri götürüldü evlerinden, sorgusuz sualsiz. Yıllarca yattılar dört metrekarelik hücrelerde, ne doğum günlerinde, ne de okul gösterilerinde, ne de ağladıklarında yoktu yanlarında. Sonra bir gün pardon dediler, suçsuz onlar ve çıkıp geldiler evlerinin karanfil kokulu odalarına, işte o gün yeniden çocuk oldular, unuttular büyümek zorunda kaldıkları günleri..
Çocuk oldular da, oynayacak yer bulamadılar bu kez de. Sokaklar beton yığını olmuştu, parklar, bahçeler gitmiş yerine gökdelenler dikilmişti. Ağaçlar kesilmiş, daha çok yol, daha çok bina yapılmıştı. Artık sokaklarda değil, bina içlerinde, alışveriş mekanlarında yaşanıyordu çocukluk, o da paralıydı tabii, ne kadar paran varsa o kadar çocuk oluyordun sanal da olsa.
Yeşil çimenlerin üzerinde koşup, yakalamaca oynamak, ağaçların arkasına saklanmak, hayal olmuştu. Irmaklarda balık avlamak, dalından meyve yemek, bilgisayar oyunlarında oynanan bir şey haline dönmüştü. Hereksin sanal çiftlikleri vardı, ineklerini besledikleri, tavuklarını yemledikleri. Topraklarda madenler aranırken alt üst olmuş, siyanürler havaya, suya karışmış, Hesler ırmaklardaki suyu boşaltmış, geriye bir tek sanal çiftlikler kalmıştı…
Yine olmadı, çocuklar, güzel başladım, sonra gerçeklere dayandı kalemim, bir türlü durduramadım. Fakat sanmayın umutsuzum, sanmayın içimde karardı ışıklar. Sizler oldukça, güzel gözleriniz bir nebze olsun değdikçe gözlerime, öyle umutlu, öyle mutluyum ki, yarınlarda hep birlikte çocuk olacağımız günler için çalışıyorum sizlerle.. Ne demiş büyük şair Nazım Hikmet ‘ kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir..