LAİKLİK İLKESİ
Bugün 6 Şubat 2015. Laiklik ilkesinin Anayasa’ya konuluşunun 78. Yılı. Bundan 78 yıl önce 1937 yılında, Laiklik ilkesi Anayasa’ya eklenerek, demokrasimizin güvencesi haline getirildi. Cumhuriyetin kurulduğu yıllardan beri, aşama aşama toplum yaşamında ve devlet düzeninde yerleştirilmeye çalışılan laiklik ilkesi, o yıldan itibaren resmi olarak Anayasamızda yer aldı.
Lâiklik, devlet düzeni ve hukuk kurallarının, dinî görüşlerden ayrı tutulması, aklın ve bilimin esaslarına dayandırılmasıdır. Lâiklik aynı zamanda, halkın din, vicdan ve ibadet özgürlüğü demektir. Anayasa ile güvence altına alınan bu özgürlükler, toplumsal barışın güvencesidir. Lâiklik anlayışında din, devlet işlerine ve siyasete karıştırılmaz. Devlet yöneticileri de vatandaşın inancına karışamazlar, vatandaşlar tam bir inanç ve vicdan özgürlüğüne sahiptir.
Atatürk, vicdan özgürlüğü için şu tanımı yapmıştır: “Vicdan özgürlüğü; her kişi, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasî bir düşünceye sahip olmak, mensup olduğu dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin düşüncesine ve vicdanına egemen olunamaz.” Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi lâiklik, her türlü inanca saygı göstermektedir.
İslâm dini; vicdan-hürriyetini, sevgi, barış ve kardeşliği emreder. Boş inançlara ve hurafelere karşıdır. Bu nedenle İslâm dini lâik düşünceye açıktır. Atatürk, İslâm dini hakkında şunları söylemiştir: “Hangi şey ki akla, mantığa, toplum çıkarına uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantıkla milletin çıkarına, İslâm’ın çıkarına uygunsa, kimseye sormayın. O şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz akıl ve mantıklı uyuşmayan bir din olmasaydı en mükemmel din olmazdı, en son din olmazdı.”
Peki bugün gelinen noktada, laik bir toplum olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Siyasetin bu denli din işlerine müdahale ettiği ve halkın dini duygularını siyasete ortak ettiği bir dönemde bunu söylemek çok zor.
Öncelikle Eğitim kurumlarımız gitgide laik olmaktan uzaklaşmakta, dini eğitim veren kurumlar, temel eğitim veren kurumlar halini almaktadır. Öğrencilerin tercihi olmadan, bu tip eğitim kurumlarına zorunlu yerleşmeleri, eğitimin ilk basamağında simgesel dini sembollerin yeralması, din derslerinin tek bir dinin zorunlu dersleri olarak okutulması, değil dinler arası, mezhepler arası dahi farklılığın gözetilmemesi, sayılacak örneklerden sadece bazılarıdır.
Cemaatler ve cemiyetler arası süregiden çatışmalar, adalet kurumunu ciddi oranda zedeliyor. Dengelerin heran değişmesi, ekonomik anlamda atılmayacak adımların, bir gecede ansızın olmasını sağlıyor. Ülke içinde öyle bir ayrışma ve hesaplaşamaya gidiliyor ki, olanlar yine halkın yatırımlarına oluyor. Halkın adalet duygularının zayıflamasına, demokrasiye olan inancın yitip gitmesine sebep oluyor. Dini kutuplaşmalar, laik bir ülke olmanın temellerini çürütüyor.
Bir ülkede laikliğin zedelenmesi, inançların özgürce yaşanmasına değil, aksine inanç hürriyetinin yara almasına sebep olur. İnanan kadar inanmayan da korunmadıkça, bir dinin temelindeki insani ve ruhani unsurların değil de, bir zümrenin değerleri ve yaşam şekli tüm alanlara hakim oldukça, tüm alanlarda özgürlük kısıtlanacak ve yaşam dar bir alanda, siyasi hesaplaşmaların gölgesinde kalacaktır.
Bu sebeple 78. Yılda, laiklik ilkesinin hakettiği yere yeniden geleceğine inanmak ve unut etmek düşüyor bizlere, bir de bu ilkenin değerini ve önemini yeni nesillere anlatmak...