AKLAMA KOMİSYONU
MECLİS, AK Partili eski bakanlar Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar hakkında 6 aydır süren soruşturmayı sonuçlandırdı. Ak Parti’den 9, muhalefetten 5 üyenin yer aldığı Soruşturma Komisyonu, 4 AK Parti milletvekilinin bakanlık dönemleriyle ilgili suçlamalar nedeniyle Yüce Divan’a gönderilmelerine gerek olmadığına karar verdi. Ak partili tüm milletvekilleri, 4 Bakan’ın lehine, Bakanları Yüce Divana göndermeme kararı verdi. Muhalefetin azınlık oyları bir işe yaramadı. Yine çoğunlukçu demokrasi kazandı.
Başbakan’ın, “Kim milli hazinemize, kaynaklarımıza yolsuzluk niyetiyle yaklaşırsa, kim herhangi bir şekilde harama bulaşırsa kardeşimiz de olsa onun kolunu koparmaya kararlıyız” sözlerinden, komisyonda farklı bir hava eseceği düşünülse de, bunun böyle olmadığı, her ne yapıldı ya da yapılmadıysa, bunun ortaya çıkmasının mümkün olamayacağı anlaşıldı. Önce yargıda verilen takipsizlik kararı, bu soruşturmayı yürütenlerin akibeti, akabinde de, Meclis komisyonundan gelen bu karar, artık olayların üzerine gidilemeyeceğinin sinyalini vermiş oldu.
Herşey bir varmış, bir yokmuştan ibaretti. Herşey bir senaryo, bir kurmacaydı. Ne saatler vardı kola takılan, ne para sayma makinaları, ne de ayakkabı kutuları. Tapeler de, milyon dolarlar da, hayaldi. Bu da gelir bu da geçer misali oluyordu herşey. Hep bir komplo teorisi vardı. Bir gün biri diğerine, sonra diğeri öbürüne komplo yapıp duruyordu bu memlekette. Neyin gerçek, neyin hayal olduğu anlaşılamıyordu bir türlü. Yönetenlerin ve halkın temsilcilerinin durumu bu iken, halkın kafası da fazlasıyla karışıktı. Kime inanacağını, gördüğüne mi, duyduğuna mı, duymadığına mı bir türlü bilemiyordu. Yaşanılan herşey bir teoriden mi ibaretti. Sürekli artan bir kutuplaşmanın içinde, çoğunluğun birbiri ardına kabul ettiği ve uyguladığı bir kararlar zinciriyle çevrili, azınlığın demokrasisinin işlemediği bir durumun içinden geçiliyordu.
Gündem ya ortaya atılan sözlerle, ya da çıkarılan yasalarla sürekli değişirken; her bir olay çarçabuk eskide kalıyordu. En akla hayale yatkın olmayan işler bile, akla yatıyordu bir süre sonra. En olmaz görünenler bile, oluveriyordu. Üzülenler üzüldüğüyle, konuşanlar konuştuğuyla kalıyordu.
Uzun lafın kısası, bu ülkede olmayacak, oldurulamayacak bir şey yoktu. Özdemir Asaf’ın dediği gibi ‘Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciligi beyaza verdiler"...