Bazen ölüm, yeni bir başlangıçtır! Mekanın Cennet olsun, Mustafa amcam!
Peygamber Efendimiz ( S.A.V ) doğduğu gün Mevlid Kandili'nde ve mübârek cuma günü vefat etti, Mustafa Kemal Çamaş amcam. Herkese böyle günde ölmek nasip olmazdı elbet. Ama bu bile su serpmedi, bizim yanan yüreğimize.
Düşünün, on yıl bir şehir için sabah 5'lerde kalkıp, gece yarısına kadar hizmet yapan bir başkandı, Mustafa amca. Öyle bir vizyonist başkandı ki o, Fatsa'yı, Amerika'nın Florida eyaletine bağlı Tamarac şehriyle, kardeş şehir yapmıştı ( Sahi hala kardeş miyiz onlarla?). KAYRA ( Karadeniz Yat Rallisi) 'ya ev sahipliği yapan bir memleketti Fatsa(Ralli de bitti herhalde!). Öyle festivaller yapmıştı ki, dönemin en ünlü isimlerini Fatsa'ya getirirken, sporun her branşında turnuvalar düzenleyip, gençlerin kalbini kazandı (Selden dolayı festival, top olmadığı için turnuvalar iptal oldu!) . Ceza verirken ne arkadaş, ne de akraba tanıyordu o. Bütün parklar, bahçeler belediyenin ve halkındı o zaman. Garsona derdi ki; '- Sakın müşteri sizi çağırmadan masasına gitmeyin, çekirdek çitleyenin de burada oturma hakkı var. İnsanları hanımının, ailesinin yanında mahçup etmeyin!' Bakmayın arada attığı naralara, halkını belirli günlerde köylerden Fatsa'ya, belediyenin aracıyla ücretsiz getirirdi, onlar da bu keyiften mahrum kalmasın diye. Onun bağırıp çağırmaları hep kural tanımaz istekte bulunanlaraydı. Kalem gibi dimdik bir adamdı Mustafa amcam. Kimseye eğilip, bükülmezdi. Zaten Fatsa'nın bazı godomanlarının ve siyasi güç sahiplerinin isteklerine '-He!' dese, belki de hala Fatsa'nın belediye başkanı veya Ordu milletvekiliydi. Ama buraya birilerinin davetiyle getirilen kontrolörün, tam 60 gün belediyede inceleme yapmasıyla, suçlu bulundu. Ve ülkemizde ki ilk Ergenekon Davası'nın mağduru olarak cezaevine girdi. Hem de görevi kötüye kullanmaktan. Sonra neyse ki çıktı. Dedik şimdi çözülür mesele. Ama tekrar bağımsız (!) yargı, cezaevinin soğuk kodesini gösteriyordu ona. O bir daha suçsuz olduğu halde, girmek istemiyordu o dört duvar arasına. Kaçtı, arkasında gözü yaşlı bir eş, iki de kız evlat bırakarak. Göstermeden, 5 vakit namazında, Kuran-ı Kerîm'i onlarca kez hatmetmiş, Mesnevî'nin tüm ciltlerini daha yirmisine gelmeden bitiren bir ADAMA, bu suçlamalar çok ağır gelmişti. Tam 10 yıl ailesine bile yerini söylemeden kaçtı, durdu.
(Lütfen burada empati yapın.) Hepimizin bildiği birşeydir, kızlarının kahramanıdır babaları. Bende bir kız babasıyım ve dört yaşında ki kızımın bile, görüyorum bunu gözlerinde. İlk kez, kızlarından Esra ablayı yanına çağırmıştı yılbaşında, Alanya'da kaldığı gecekondu misali eve. Evde kırık dökük birkaç eşya ve plastik sandalyeden başka birşey yokmuş. Hasretle sarılmışlar birbirine, yılların verdiği özlemle. Saatler saatleri kovalamış. Mustafa amcamın göğsüne bir ağrı vurmuş. Onca yük, hasret, buhran binmiş bu kalp artık imdat diye çağırıyormuş. Esra abla paniklemiş tabi. Nasıl paniklemesin! Hastaneye gitse kahramanı babacığını hapse atacaklar, götürmese kolları arasında kabedecek onu. Sonra kıyamamış babasına, ambulansı aramak için almış telefonu. Ama gittiği o evin, açık adresini bilmiyormuş. O heyecanla annesini aramış ama o da bilmiyormuş adresi. Eee Mustafa amcam ketum adam, en sevdiklerini sıkıştırmasınlar diye onlara bile söylememiş adresini. Ama o kargaşada, Mustafa amcam son nefesini vermiş, kızının kollarında. Esra abla kalp masajı yapsada artık Mustafa amcam özgürlüğü seçmişti bile. O en sevdiği Rabb'isiyle buluşmuştu apansızca. Biz hiç böyle hayal etmemiştik ama kader ve mukedderat diye de bir gerçek vardı ya! Bunu ona yaşatanlar için, onu yüzüstü bırakanlar, kuyusunu kazanlar, cenazesine bile gelecek yüreği olmayanlar için de, bir mahkeme kurulacak Ahiret'te besbelli. O zaman göreceğiz hangi mahkeme daha önemli.
Evet bu bir filmin sonu gibi gözükse de, aslında daha fragmanını izlediniz. Daha film yeni başlıyor. Daha umutla beklediğimiz bir başkanımız, amcamız, abimiz olmadığına göre, herkes herşeye hazır olsun ve bizi izlemeye devam etsin.