SAVUNMA
Bir ülkede savunma, savunmaya muhtaç kalıyorsa, o ülkenin demokrasi kültüründe ciddi sorunlar var demektir. Çağlayan adliyesinde 49 avukatın, gezi direnişine destek amacıyla yaptıkları açıklama sonucu yaka paça gözaltına alınmaları, adalet adına yüz kızartıcı bir durumdur.
Adaletin savunma gücünün yoksun bırakılması ve gözardı edilmesi insanlık için büyük bir kayıptır.
Ordu Baromuzun yaptığı basın bildirisinde de bu husus açıkça dile getirilmektedir. ‘Avukatlık Kanunu 58. Maddesine göre; ”Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet Savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanununun duruşmanın inzibatına ilişkin hükümleri saklıdır. Şu kadar ki, bu hükümlere göre avukatlar tutuklanamayacağı gibi, haklarında disiplin hapsi veya para cezası da verilemez.” Denilmektedir. Kendi Hukuki öğretilerine göre tepki gösteren hukukçuların bu tepkilerine karşı daha hassas davranılması gerekmektedir. Çünkü Avukatlık mesleği hak aramayı esas alan bir meslek olup, bu eylemlere karşı yüzeysel yorumlarla, kanunun amacına aykırı sonuçlara imkan verilmemelidir. Yetkililerin bu konuda daha hassas olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde bu tür uygulamalarla mesleki reflekslerin harekete geçmesi kaçınılmazdır.
Hak arama görevini meslek olarak yerine getiren Avukatların bu misyonu nazara alınarak gösterdikleri tepkileri Avukatlık Kanunun 58. Maddesine göre değerlendirerek korumak, muhafaza etmek, Hukuka ihtiyaç duyan herkes için zorunluluktur. Toplumsal düzeni bozmaya kast etmeyen ve şiddet içermeyen her türlü Hukukçu düşüncesine ve davranışına hoşgörü ile yaklaşılmalıdır. Toplumsal uzlaşmanın temelini oluşturan hukuk kaidelerinin hayata geçirilmesi adına herkesin sağduyulu olması gerekmektedir. Tarihi geçmişimizle ve kültürel birlikteliklerimizle bunu başarabilecek güçteyiz.’
Bir ülkenin Başbakanı’nın ‘Allah’tan başka kimseye hesap vermeyiz’ diyerek açıklamada bulunması,bu ülkede nasıl bir vehamet ortamına düşüldüğünü göstermektedir. Seçimle işbaşına gelen her yönetici, hukuki koşullar çerçevesinde halkına, adalete hesap vermek durumundadır. Halk da demokratik kurallar çerçevesinde, şiddete dayanmadan, hesap sorabilme özgürlüğüne sahiptir. Bu özgürlüğü, ne olursa olsun, seçim dönemleri ile sınırlamak, Anayasa’ya göre hak arama hürriyetine ters düşmektedir.
Seçilenler, seçenlerin denetimine her zaman maruzdur. Yargı ile ve bizzat idarenin kendi organları ile dennetimlerin yapılması ve bu denetimlerin sonucu yanlış olanların düzeltilmesi gerekli ve kaçınılmazdır.
Seçilenler, yönetime geldikleri günden itibaren, sadece kendine oy verenlere değil, tüm halka karşı sorumludur. İnsanları oy verenler ve vermeyenler olarak ayırmak ve icraatlarına destek vermeyenleri ya da bu icraatları eleştirenleri öteki tarafta addetmek, seçilenlerin en büyük kaybıdır. Halk bir bütün olmalıdır seçilenlerin gözünde. Her türlü şikayeti, sıkıntısı ve isteğiyle, herkesin yaşam ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı vardır ve bu hak bölünemez. Hakların bölünmesi, halkın ayrıştırılması anlamına gelir ki, çok tehlikelidir.
Yaşadığımız bu zor dönemeçte, hepimizin sağduyu ve birliktelik içinde, bu zor günleri aşacağımıza inancımla, seçilenlerin tüm seçenlere eşit davranmasını canı gönülden diliyorum...