MUHARREM SERİ, FATİH KOÇAN, AHMET KARACAOĞLU MESUT BIÇAKÇI
Beni takip edenler bilir, yaklaşık beş aydır ‘Novus Ordo Seclorum’ isimli yazı dizisi yazıyorum. Ve bu sebeple, konumla ilgili siyasi olaylar hariç, yazı dizime güncel bir durum için bölmedim. Fakat 2013 yılı ile beraber, Fatsa’mızda öyle acı kayıplar oldu ki, sonuncusu olan Muharrem Amca’mla beraber, bu yazıyı yazma gereği duydum.
İlk önce Esnaf Kefalet Başkanı Mesut Bıçakçı’yı kaybettik. Evet amansız hastalığı vardı belki ama sevenleri için her ölüm ani ve erkendir. Çünkü önemli olan onunla yaşanmışlıklarındır. Sen ne kadar esnaf olsan da, senin de çocukların varsa bile, insanın babası öldü mü, o evlat birden on yaş daha büyür. Artık başında bir büyük yoktur. Sen ne kadar istesen de, hazırlayamazsın babasızlığa kendine. Çünkü o bir güvencedir, o hayatta ki garantindir, dik duruşundur, eğilmez boynundur. Zaten nasıl bilebilirsin ki babasızlığı, insan sadece bir defa babasız kalır çünkü hayatta. O sadece evlatları için değil, Fatsa için de bir nevi babaydı. Esnafın başı sıkışınca ilk bulacağı adresti. Ve o artık yeni makamında oturuyor.
Sonrasında hiç beklemediğimiz bir ölüm ile sarsıldı Fatsa. Karanlık olan gece, Fatih Koçan’ın cenazesiyle bir kat daha karardı sanki. Aslında ne yalan söyleyeyim Fatih kardeşimin ölümüne imrendim. Hani derler ya, ölümden ibret almak lazım diye. Onun ki ibret alınacak ölüm değil, imrenilecek ölümdü. Daha o gün dönmüştü Umre’den. Peygamber Efendimiz (SAV), namaz kıldığı yerde namaz kılmış, yürüdüğü toprağa ayak basmış, ebedi istirahatını yaptığı kabrinde, şefaat için dua etmişti. O da yetmemişti orada, kendi kafilesindekilere hizmet etmişti, Umre boyunca. Onları mutlu etmekten ziyade salih ameldi tek isteği. Geldi memleketine, ilk iş sabah namazını kıldırmak oldu ailesine. Lebbeyk diyen o genç koca adam, imam olmuştu sevdiceklerine. Sonra Samsun’a gitti arabasını almaya. Geri dönüş yolundaydı. Babacığı aramıştı, ‘misafirler geldi oğlum, ne zaman geleceksin eve?’ diye. ‘On dakikaya oradayım baba dedi, Allah’ın izniyle’. Ama planların asıl sahibi Rabb’im, onu daha çok sevmişti belki de! Ayağında Mekke’nin tozuyla asıl hayata adım attı, elim bir kaza sonucu! İşte ondan bu yana dilim varmıyor, ’10 dakikaya oradayım!’ demeye.
Akabinde çok sevdiğim ağabeyim Ahmet Karacaoğlu’nu, kabir alemine uğurladık. Bizim cemaatimizin en hoş muhabbet adamıydı. Tamam geçmişinde belki biraz haşarıydı fakat ‘U’ dönüşünün kralını yapmıştı, uzun yıllar önce. Artık o eski Ahmet değildi. Aksi adam gitmişti, yerine ‘sofi’ bir adam gelmişti. Naif, şakacı bir o kadar da sosyal biriydi. Belki ecza camiasında en tanınır simasıydı. Daha Umre’ye, Umrecileri yeni yollamıştı. Hatta Haziran ayında gidecekleri bile hazırlamıştı. En büyük amacı ‘hizmet ehli olmaktı’. Öyle ki vefatından sonra bile hala telefonları, hizmet işleri için çalıyordu. Bazen gülen yüzler sıkıntıları gizlerdi. Bizde anlamamıştık sorunların var diye. O da bizi, eşini, anasını, babasını ama en çokta geç bulduğu evlatlarını boğdu üzüntüye.