LİTTLE LİTTLE RİGHT ON THE MİDDLE
Yahşi Batı filminde senaryo gereği gizli görevle donatılmış Osmanlı’ nın iki elçisi Kızılderililerin saldırısına uğrayıp yakalandıklarında canlarını kurtarmak ve bu uğurda şanslarını denemek adına bilinen en eski mitlerden birine başvuruyorlardı. Cem Yılmaz ‘ın canlandırdığı karakter önde duran Kızılderililerden birine “abi kızılderililer Türkmüş diyorlar doğru mu?” diye sorunca aynı kızılderilinin arkasındaki kızılderiliye öyle bir “Erhan abi var mı öyle bir şey? deyişi ve de diğerinin de “yok be gülüm uyduruyorlar” deyişi vardı ki tam da evlere şenlik.
Her ne kadar kabul etmeseler de aralarından birinin isminin Erhan olduğu ve abi diyerek hitabına renk katması onları film icabı da olsa su götürmez cinsten Anadolu’daki, Azerbaycan’daki hatta Ahıska’ dakilerden bile daha fazla türk yapıyordu.
Malum son günlerde gündemin büyük kısmı anayasa değişiklikleri ders milliyetçilik konu da Türklük kavramı olunca insanın da aklına acaba kızılderililer de türk müydü teorisi geliyor. Lakin bizde gerçekte Türklük anlatılmaz, bir yaşam biçimi, her türlü zamma, vergiye karşı hayatta kalma içgüdüsü yeteneği olduğundan ancak yaşanır. Getirin Ugandalı adamı buraya iki kadeh rakıdan sonra onun bile ilk işi Erhan abiden hallice “ne olacak bu Türkiye ‘ nin hali” diye kendi kendine sormak olacaktır. Bizler bırakın birbirimizin kopya koyun Dolisi olmayı gelen adamı bile planlı asimilasyon çalışması ile doğrudan kendimize çeviririz.
Bizler ki Cem Yılmaz ‘ ın da dediği gibi yurtdışında lüks bir restorantta yanımıza gelen garsona alakart menüyü değiştirip canına okurcasına “şimdi abiciğim bak, bize her şeyden azar azar sırala ortaya tabak yap” ı “look little little right on the middle” a saniyesinde mütercim tercüme edebilecek hatta yine Cem Yılmaz ‘ ın deyişiyle garibim Jean Pierre porselen fincanda çay ve bir adet kuruvasan ile yetinirken 9 tane kuruvasan isteyip servis görevlisine inme indirebilecek kapasitede insanlarız. Havaalanında non eu yazan yerde turşu götüren insanlarla bekleyen ya da yine yurtdışında lüks bir restoranda hesabı önce kim ödeyecek diye yumruk yumruğa giren, açık büfede yeme kapasitesinin 5 katı tabağı doldurup statiğin tarihçesini yazan, aynı anda 9 ponçik i birden mideye indiren aynı insanlarız biz. Uzaydan çekilmiş uydu görüntülerinde bile diğerlerinden rahatlıkla ayırt ediliriz.
Siz hiç sabaha karşı hırsızlık yaparken ezan sesini duyunca hürmetten yaptığı işe ara veren ezan bitince de kaldığı yerden besmele çekip “Allahım sen yardım et inşallah” diye devam eden başka milletten bir insan evladı gördünüz mü? Peki ya evinde yiyecek ekmeği yokken elinde avucunda ne varsa satıp akıllı telefon alıp parasızlıktan kontör yükleyemeyenini? Arabası süper lüks olup da tüp taktıranını? Yabancı memlekette işlettiği çay ocağına gelen o memleketin vatandaşına “turiste bir çay” diyenini? Elalemin kaçak kullanım bedellerini ödettirildiğimiz elektrik faturasına phasimus colchicus namı diğer sülün resmi basılı olup da insanın aklına kaz getirircesine dikkuyruk kuşlarını koruyoruz yazanını. Millet uzaya insan, maymun demeden türlü türlü mahlûkatı sorunsuz gönderirken ulusal uydusunu yörüngeye yerleştirme törenine bizzat devletin başını çağırmayı unutanını? Faili meçhulü, zamanaşımını icat edenini? Hukuksuzluk sayılmasın diye rüşveti bahşiş, günah olmasın diye de faizi kardan paya çevirebilenini?
Türklük sanılanın aksine kavimler göçü istikametiyle değil bizzat yaşam tarzıyla tescilli bir konudur. Yine Cem Yılmaz ‘ın da anlattığı üzere İngiltere ‘ de son derece cafcaflı bir mağazada tezgâhtara “ben alıcıyım, bana en son kaça olur?” u “ ı am receiver at least what happens to me” diye çevirirken bir yandan Kraliçe II. Elisabeth ‘in kendisine nişan takmasına yardım eden diğer yandan da youtube ‘da 1 milyon beğenme garantili bu kare için BBC kameralarına poz veren kişiye antropoloji biliminde doğrudan Türk denir. Türklüğün tanımı da en yakın bu şekildedir.