Görüntülenen Sayı: 2169
2804 | Yayım Tarihi: 18 Ocak 2013 Cuma
  • Ana Sayfa
  • Haberler
  •  Spor 
  • Köşe Yazarları
  • Bunları Biliyor musunuz?
  • Vefatlar
  • Güneşlik
  • Dost Siteler
  • Künye
  • İletişim
  • Son Sayı
Ana Sayfa » Köşe Yazıları » Büyük Nutuk – Mustafa Kemal Atatürk Genel duruma başka bir açıdan bakış

Büyük Nutuk – Mustafa Kemal Atatürk Genel duruma başka bir açıdan bakış


Facebook'ta Paylaş

       Bu açıklamadan  sonra genel durumu,daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca, hep birlikte gözden geçirelim: Düşman devletler Osmanlı Devleti’ne maddi ve manevi bakımdan saldırmışlar; yok etmeye ve paylaşmaya  karar vermişler. Padişah ve halife olan kişi hayatını, rahatını kurtarmaktan başka bir şey  düşünmüyordu. Hükümetin durumu da aynı idi.Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan millet, karanlık ve belirsizlik içinde, olacakları bekliyordu. Felaketin korkunçluğunu ve ağırlığını anlamaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve olaylardan etkilendiklerine göre kurtuluş çaresi saydıkları yollara başvuruyorlardı. Ordu adı var, kendi yok bir durumda idi. Komutanlar ve subaylar, Birinci Dünya Savaşı’nın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun, yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor, gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumunun kıyısında kafaları, kurtuluş yolu aramakta idiler.

Şimdi çok önemli olan bir noktayı da belirtmek ve bu konuyla ilgili bilgi vermek zorundayım. Millet ve ordu, padişah ve halifenin hainliğinden haberli olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği, din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı idi.Millet ve  ordu, kurtuluş yolu düşünürken bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyordu.Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavramayı beceremiyordu.
Bir başka önemli noktayı  da  söylemek zorundayım. Kurtuluş yolu ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi  büyük devletleri  gücendirmemek, temel ilke gibi görülmekteydi. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu, hemen bütün kafalarda  yer etmişti.Osmanlı Devleti’nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya, Macaristan varken hepsini birden yenen, yerlere seren itilaf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla düşmanlığa varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık olamazdı.
Bu anlayışta olan yalnız halk değildi. Özellikle, seçkin denilen insanlar bile böyle düşünüyordu. Öyleyse kurtuluş yolu ararken iki şey söz konusu olmayacaktı;  önce itilaf Devletlerine karşı  düşmanlık durumuna girilmeyecekti. Sonra da  padişah ve halifeye  canla  başla bağlı kalmak temel şart olacaktı.
ÇARE  OLARAK  GÖRÜLEN  KURTULUŞ  YOLLARI
Şimdi efendiler, izin verirseniz size bir soru sorayım: Bu hal ve şart karşısında kurtuluş için nasıl bir karar düşünülebilirdi? Açıkladığım bilgilere ve gözlem sonuçlarına göre üç türlü karar ortaya atılmıştı :Birincisi, İngiltere’nin koruyuculuğunu istemek; İkincisi, Amerika’nın güdümünü istemek. Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı  Devletinin  bir bütün  olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında  paylaşılmasından ise, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin kanadı altında bulundurmayı tercih edenlerdir. Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yollarıyla  ilgilidir. Örneğin: Bazı bölgeler, kendilerinin  Osmanlı  Devletinden  kopartacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak  yollarına başvuruyor. Bazı bölgelerde Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına oldu bitti gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Bu üç türlü  kararın ayrıntıları, yaptığım  açıklamalar arasında vardır. 
Efendiler, ben bu kararların  hiçbirini doğru bulmadım. Çünkü, bu kararların  dayandığı bütün deliller  ve  mantıklar çürük ve temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı Devleti, bütünüyle parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı.Son olarak, bunun da paylaşılması için uğraşılıyordu. Osmanlı Devleti ve bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi  kavramı kalmamış bir takım anlamsız sözlerdi. 
Neyin ve Kimin dokunulmazlığı için kimden ve nasıl bir yardım istenmesi düşünülüyordu. O halde sağlam ve gerçek  karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında  bir tek karar olabilirdi. O da millet egemenliğine dayanan, kısıntısız,koşulsuz,bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak.
      İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar,bu karardır.
YA İSTİKLAL  YA ÖLÜM
Bu kararın dayandığı en sağlam düşünce ve mantık şu idi: Temel ilke, Türk milletinin onurlu ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilirdi. Ne kadar zengin ve mutlu olsun, bağımsızlıktan yoksun olan bir millet, medeni insanlık  karşısında uşak durumunda  kalmaktan kendini kurtaramaz.
Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek  insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten  bu uşaklık  duruma düşmemiş olanların, isteyerek  başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri   hiç düşünülemez. Oysa, Türk’ün onuru  ve yetenekleri çok  yüksek  ve büyüktür. Böyle bir milletin, esir yaşamaktansa yok olması daha iyidir. Öyleyse ya bağımsızlık  ya ölüm.
İşte gerçek kurtuluşu  isteyenlerin parolası  bu olacaktı. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Esirlik. Peki efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı? Şunu belirtelim ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus ; insanlık onur  ve  şerefinin  gereği olan  her fedakarlığa başvurduğunu düşünerek avunur ve elbette  tutsaklık  zincirini  kendi eliyle boynuna geçiren uyuşuk, onursuz bir millete bakınca, dost ve düşman gözündeki yeri çok ve başka olur. 
Sonra Osmanlı soyunun ve devletini  sürdürmeye  çalışmak, elbette Türk  milletine karşı en büyük kötülüğü yapmaktı. Çünkü ; millet, her türlü fedakarlığa başvurarak bağımsızlığını sağlasa da, padişahlık kalkmazsa, bu bağımsızlık  güvenli sayılamazdı. Artık  vatan ve milletle hiçbir vicdan ve  düşünce bağı kalmamış; bir sürü delinin, devlet ve millet bağımsızlığının ve onurunun koruyucusu durumunda  bulundurulması nasıl uygun görülebilirdi? 
Halifeliğe gelince, bunun bilim ve tekniğin ışığa boğduğu gerçek medeniyet  dünyasında gülünç sayılmaktan  başka bir durumu kalmış  mıydı? 
Görüldüğü gibi, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlamak için milletin daha alışamadığı sorunlara el atmak gerekiyordu.  Kamunun diline düşmesinde büyük sakıncalar bulunacağı  düşünülen noktaların ele alınmasında kesin zorunluluk vardır. 
Osmanlı  Hükümetine, Osmanlı  Padişahına  ve  Müslümanların   halifesine başkaldırmak  ve bütün milleti  ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.    - Devamı  var-
                                             -ANMA-
Babamız  merhum  Dava  Takipçisi Kemal GÜLEY’i     19.01.1972  de kaybettik. Aradan geçen 41 yıl  onu bize unutturmadı. Saygı ve hürmetle anıyoruz. Mekanı cennet olsun. 
                                     Emekli öğretmen Rüştü  GÜLEY  ve Ailesi
 

Yalnızca aboneler yorum yazabilir.

Abone Bilgileri

Abone girişi yapınız
Abone Kodu:
Parola:
Şifrenizi almak için tıklayın

  • Hava Durumu
  • Arşiv


Kaynak: Meteoroloji Genel Müdürlüğü






 Güneş Gazetesi © 2005-2025 Her hakkı saklıdır.