ENGELLİLER GÜNÜ
Dünyada ve ülkemizde ne çok özel gün ve hafta var. Dünya çevre günü, komşular günü, sevgililer günü, anneler günü, engelliler günü ve benzeri günler, haftalar, uzayıp gidiyor takvimlerimizde. O günlerde, hatırlanması gerekenler hatırlanıyor, bazı şeylere dikkat çekiliyor, sonrasında da, nedense unutuluveriyor tüm söylenenler. Bir dahaki yıldönümüne kadar da, hatırlanmıyor. Söylenenler yapıldı sanılıp, rafa kalkıyor.
Geçtiğimiz 3 Aralık, dünya engelliler günüydü. Bu günde de çeşitli etkinlikler yapıldı, yazılar yazıldı. Ülkemizde, ne kadar çok engelli insan yaşadığı ve sorunlarının ne olduğu üzerinde konuşuldu. Çeşitli sosyal kuruluşlar, bu konuda söyleşiler düzenledi. Fakat daha üzerinden bir hafta geçti ki, yine bir şey yapılamadan, düşüncelerde kaldı tüm söylemler.
Ülkemizde, engelli insanlarımızın yaşam şartları gerçekten çok zor. Bu insanların, toplum içinde diledikleri gibi, özgürce varolmaları, hayatlarını idame ettirmeleri, neredeyse imkansız. Hep başkalarının desteğine ihtiyaç duyarak yaşamak zorundalar ve onların desteği olmadan toplum içinde yer alamaz durumdalar.
Bedensel engelli birini düşünelim. Bu kişi yürüyemiyor ve tekerlekli sandalyeyle hayatını geçirmek zorunda. Nasıl bir hayat bekliyor sizce bu kişiyi? Sokaklarımız onun yaşaması için uygun mu? Nerede otobüslerde, dolmuşlarda engelliler için özel mekanlar, ya da bir otobüse binebilmesi mümkün mü? Otobüslerin girişinin, nasıl yüksek olduğu malum. Peki; yüksek katlı yapılarda engelli asansörü var mı, yada merdiveni? Sokaktaki kaldırımlara, şöyle bir göz attığımızda, nasıl bir durum gözümüze çarpıyor. Neredeyse, engelli olmayan birinin dahi, yürümesi zor değil mi? Kaldırımlar dar ve yüksek. Yaya geçişleri yeterli değil, araçların yayaların geçişine imkan vermediği, apaçık ortada. Her yerde bir karmaşa ve düzensizlik. Küçük şehirlerimizde bir nebze, kalabalık olmamasının verdiği rahatlık var da, büyük şehirlerimize ne demeli. İstanbul’da, normal yürüyebilen bir insanın bile, şehre adapte olması öyle zor ki. Adeta cambazlık yapmak gerekiyor, bir de her an tetikte olmak. Bazen yaya kaldırımında bile araçları görmeniz mümkün. İnsanların birbirini adeta ezip geçtiği bir şehir oluvermiş neredeyse İstanbul.
Yurtdışına gidenleriniz görmüştür, yada gidemeyenleriniz de televizyonlarda izlemiştir. Oralarda sokaklar, herkesin yaşaması için yapılmış. Engelliler, kendileri için imal edilen araçlarla, rahatlıkla sokaklarda gezebiliyorlar. Her yer, onlar da düşünülerek, inşa edilmiş. Alışveriş merkezleri, lokantalar, araçlar, sokaklar, özgür bir yaşam alanı yaratmış onlara. Bazen biz de hiç engelli insan yok mu, diye aklına geliyor insanın. Tabi ki var, fakat saklanmak ve kendi dar alanlarına hapsolmak zorunda bırakılmış bu insanlar. Çıkamıyorlar ki sokaklara, çünkü onlar yok sayılmış. Kanunlarımızda devlet sosyal devlet olmanın gereği olarak her bireyini düşünmek zorundayken, bu sadece kanunlarda kalmış, uygulamaya geçirilememiş. İnsan hakları, çiğnenir olmuş bu insanların. Çünkü insanca ve özgürce yaşayamaz olmuşlar.
Bir de çalışma konusu var. İş kanunumuzun 30. maddesinde ‘işverenler elli veya daha fazla işçi çalıştırdıkları işyerinde özürlü, eski hükümlü ve terör mağduru çalıştırmakla yükümlüdürler. Özürlüler için belirlenecek oran toplam oranın yarısından az olamaz’ denilmektedir. Fakat, bu kanunun gerektiği gibi uygulanmadığını görüyoruz. Engellilere, çalışma hakkı tanıyan, işyerlerinin sayısı az. Avrupa Birliği müzakerelerinin gündemde olduğu şu günlerde, görüyoruz ki, bu ülkelerdeki işyerlerinde; zihinsel yada bedensel engelli insanlar çalışıp, kendi hayatlarını kazanmaktadır. Oysa bizde insanlar evlere mahkum edilmekte, aileler ne yapacağını bilmez halde kalmaktadır.
Engelli insanlarımızın, rehabilitasyonu ve topluma kazandırılması yönünde de, yeterli çalışmalar yoktur ülkemizde. Bu konuda çalışan çok az kurum, göze çarpmaktadır. Bu insanlar, kendi kaderine terkedilmekte ve eğer, ailelerinin maddi imkanları da iyi değilse, yaşamdan uzak bir yaşama mahkum edilmektedir. Devlet, bu insanları sadece kendi kaderine terketmiş ve hiçbir sosyal güvence sağlayamaz durumdadır.
İnsanlar, kendileri bir zorluk yaşamadan diğerlerinin, nasıl zor şartlarda yaşadığını bilmemekte. Hayatımızın hep aynı çizgide gideceği düşünülmekte. Oysa, bir trafik kazası sonunda, yada bir hasalık neticesinde, bizlerin de yürüyemez, göremez, konuşamaz duruma gelmeyeceğinin ne gibi bir garantisi var? Ya da yaşayacağımız ağır bir bunalım sonucu, ruhsal sağlığımızın bozulmayacağının. Çocuğumuzun engelli olarak doğmayacağanın ne garantisi var? Kim bilebilir bir saat sonrasını. Hayat ince bir çizgiyle ayırıyor her koşulu birbirinden. Bir sürü ince çizgi, dolaşmakta yaşamımızın ayrıntılarında. Yaşamın başka bir boyutunda, bambaşka biri gibi varolmak, aslında bir an ve çok keskin oluyor bazen geçişler. Bu yüzden, engelliler günü etkinlikleri düzenleyip, kendimizi avutmayalım, gerçekten birşeyler yapalım. Hem onlar, hem de kendimiz için. Yaşamın kapısını herkes için aralayalım ve herkese özgürce yaşam hakkını tanıyalım. Bütün bunlar içten gelen iyilikler değil, olmazsa olmaz şeylerdir. En temel insan hakkıdır, YAŞAM HAKKI.