YARAYLA ALAY EDER YARALANMAMIŞ OLAN
Mekân Kızılay Güvenpark, zaman akşamın geç saatleridir. Her ne kadar durum itibariyle mekân Tolkien kitapları gibi orta dünyada bir yer, zaman ise eskiden kalma bilinmedik bir zaman gibi görünse de orada olabileceğin aksine kışın ortasında en olağanından aniden bastıran kar lapa lapa irice yağmaktadır bir yandan.
Ani karın hesabını yapamayan fazla mesainin dibine vurmuş birkaç kişi hızlı adımlarla yetişmeye çalışmaktadır buldukları ilk otobüs ya da hareketini kaçırmak istemedikleri minibüslere. Ama onların o ayak izleri dahi karın yerde tutmasını engelleyememiştir yürüdükleri geniş ve uzunca sokakta.
Derken yan taraftaki kafeden ağır ağır hayli de içlice bir Sezen Aksu parçası çalmaktadır. “Aman aman yandım aman” daki o muhtemel ve kaçınılmaz yanma hissinin vereceği acı sıcaklık buz gibi soğuk hava ile tezatlık oluştursa da sözlerdeki keskin demirimsi soğuk, yağan kar ile bütünleşmektedir adeta. Sonrasında “acı yüzler, kurşun gibi izler, o son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda” derken siz kendi aklınızda kalanları yoklamaya bile fırsat bulamadan kafenin yanındaki marketin birazdan satılamadığı için toplanacak ve iade edilecek olan gazetelerin olduğu kısımdan ilk sayfaların birinden size bakan birkaç yüz çeker dikkatinizi. Üstteki “şehit” başlığını usulca uzaktan miyobunuzun elverdiğince okuduğunuzda “son bakıştaki gözler, acı yüzler ve dahi kurşun gibi izler” daha da bir anlamlı gelirken insana, aynı anda anlarsınız ki sanat bir kez daha ve biteviye hayatı acımasızca, hadsizce taklit etmektedir.
Her şey bir yana sanat hayatı mütemadiyen taklit ededursun asıl sorun taklidin kendisinden ziyade taklidiyle aslını her daim yaşattığı “insan insana neden kıyar?” sorusudur aslında. Bunun yanıtını kimse veremez pratikte. Latinler genel geçer tabirle “insan insanın kurdudur” der. Şems ‘ e sorsanız “olduğu kadar, olmadığı kader” diyecektir belki de. Mevlana bu soruya muhtemelen cevap dahi vermeyecektir. Ama onun suskunluğu lafın laf olmamasından mı yoksa soranın adam yerine konmamasından mıdır bilinmez. Belki de suskunluğuna dayanak asaletini bir kenara bırakmış bu duruma içinden ağır ağır saydırmaktadır. Velhasıl insanın insana ettiğini yine Sezen Aksu ‘ nun seslendirdiği gibi etmediği açıktır en zalim harı ateşin.
Her geçen gün en son bakışların, en acı yüzlerin ve kurşun gibi izlerin olağanlaştığı, alışkanlık haline geldiği, konu manşetlerinin önce üçüncü sayfa haberlerine sonrasında da magazin haberlerinin gerisine kaydığı, gündemin bunlarla meşgul edilmek istenmediği zamanlarda her daim aynı şey olur. Deniz Gezmiş yıllar önce o bahsi geçen acı yüzlerin, kurşun gibi izlerin neden villalardan, köşklerden, hani yaşasa bugün adım başı göreceği rezidanslardan çıkmadığını tecahül-i arif sanatının en güzel örneğini vermek suretiyle sorarken adeta arife tarif ne gerek dedirtmiştir. Malum “Şişli'de bir apartıman yoksa eğer halin yaman ,nikel-kübik mobilyalar, duvarda yağlı boyalar ,iki tane otomobil ,biri açık, biri değil, aşçı, uşak,hizmetçiler ,dolu mutfak, dolu kiler” durumu olunca nakaratı da kendinden zaten alın size “lüküs hayat hey” olur haliyle. Deniz Gezmiş ‘ in bu sorusuna Şems ‘den Mevlana ‘ ya kadar kime sorarsanız sorun alacağınız yanıt hep aynı olur. Çünkü her daim yarayla alay eder yaralanmamış olan.