ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE?
Tiyatrocuların meşhur lafıdır. “Hayat bir oyundur aslında” derler. Hayatı onlar bütün bir tiyatro sahnesi olarak görürler. Alelade insan da onlar kadar profesyonel olamasa da alaylı oyuncudur bir yerde.
Hayat namına sahnelenen her oyun başarılı değildir elbet ama her oyun şüphesiz ibretlik birer seyirliktir aslında. Her filme, her oyuna da bir esas oğlan ya da esas kızın yanında Erol Taş kalitesinde en az Hitler kararlılığında ve de Ali Kaptan suretinde bir kötü adam yaraşır nedense. İnsanın hamuru bilinmez ama içinin saf iyi olduğu elbette söylenemez. Durum bu iken iş tıpkı malum fıkradaki gibi döner dolaşır yine aynı yere bağlanır. Velhasıl vakti zamanında adamın biri her tür rezilliği yapıp yapıp işin sonuna “şeytana uydum abi” yi yapıştırmaktadır. Yalandı, hırsızlıktı derken bir gün tenhada hakiki şeytana yakalanır. Şeytan adamı iyi bir benzettikten sonra “yapıp yapıp ne diye benim üzerime atıyorsun” diyerekten adamı bir güzel haşlar. Anlaşılır ki şeytan ayrıntıda gizlidir. O günden beri bilmeyen de sorar:
“iki kalasla bir heves
şu kubbede hoş bir nefes
misal ibret görenlere
şeytan bunun neresinde?” diye.
Şeytan ayrıntıda gizlene, insanoğlu da onu arayadursun içinde bin bir şeytanlıkla kimi komedi, kimiyse ağır dram oynar kendine biçilen karakterde. Kimi hayatı Ömercik saflığında, kimiyse Hamlet ‘ in sınır tanımaz acımasız ve fütursuz amcasının sonu gelmez iştahsızlığıyla yaşar o en büyük tiyatro sahnesinde. Belli ki belli bir yerden sonra hayatla oyunu, gerçekle zahiri olanı karıştırmaya, televizyonda her gördüğünü tarihi belgesel zannetmeye başlar insanoğlu. Ancak daha izlediği şeyin başında “bu filmdeki kişi ve karakterler tarihi şahsiyetlerden esinlenerek yazılmış olup tamamıyla kurgudur” yazan, reklâmlar ve şüphesiz KDV de dâhil iki buçuk saatlik bir film şeridini tarihi Taş Köprüye bakar gibi seyretmek oyunun matematiğine aykırıdır. Öyle bir durumda zaten daha yönetmen kes demeden orkestra durur. Oyun daha başlamadan bitti sözü gerçek olur.
Anlaşılan artık günümüz sahne sanatları anlayışı eskisinden hayli farklı. Bırakın en kutsal şeylerden biri ölümün ve ölünün arkasından ileri geri konuşmayı şimdiki amatör oyuncuların sevgiyi anlatışları bile tamamen farklılık arz etme eğiliminde. Eskiden Shakespeare sevgiyi “senin dudakların bir şarap ve ben o şaraptan içmek istiyorum” diye anlatırken şimdilerde sahneden “senin ağzını yerim ben” sufleleri ile yavaş yavaş anlaşılır galiba şeytanın bu işin neresinde olduğu. Keza şeytan iyi oyunculuktadır.
Misal Şehzade Mustafa ‘ yı, Şehzade Mustafa ve onun yaşadığı dönemi anlatan dizinin yazarı değil bizzat öz babası Kanuni Sultan Süleyman öldürtmüştür. İş bu hal iken aniden ölen yazarının arkasından üstelik de onu tanımayan birilerinin “Mustafa ‘ yı öldüremeden kendisi gitti” kabilinden kurşundan da ağır, kılıçtan da keskin en acımasız sözleri hangi tiraddan esinlenip de söylenir? Acaba Kanuni Sultan Süleyman ‘ ın biricik haşmetli damadı Rüstem Paşa ‘ yı aksak yapacak olan da ömrü vefa etse yine Meral Okay mı alacaktır? Kendisi gerçekte Kenan Kalav gibi takım elbise ağırlıklı satış yapan herhangi bir erkek giyim markası mankeni türü bir adam mıdır? Hatta bir facebook geyiğinde de yazıldığı üzere İbrahim Tatlıses “yalnızım dostlarım yalnızım yalnız” derken dostları olduğu halde neden hala yalnız olduğunu iddia etmektedir? Vanilya neden bu kadar güzel kokmaktadır ve anneniz bu kadar güzel pasta yapmayı nerden öğrenmiştir? Bu samimiyetsizlikle bu dünya batmalı mıdır? Yoksa Drakula kulluk edene yazıklar mı olmalıdır? Şehzade Mustafa ‘ yı tamamıyla İbrahim Tatlıses ile Orhan Gencebay işbirliği mi öldürmüştür? Şeytan Ali Kaptan’ın ceketinin iç cebine mi gizlenmiştir? Ayrıca Şehzade Mustafa kimdir, burası neresidir?