İskilip’li Atıf Hoca
İdam edileceğini rüyasında gördü.
Macera dolu mücadeleli ve çileli bir ömür geçiren Atıf Hoca, zamanının en değerli din alimlerindendi. Onda göze çarpan en önemli meziyet, hediye kabul etmeyişiydi.Böylece elmas parçaları hükmünde olan İslami hakikatleri, cam parçaları sanını bile,nazik bir dille reddederek padişahın takdir ve hayranlığını kazanmıştı.
Tevkif Ediliş
Sene 1926.. Sonbahar… İskilipli Atıf Hocanın, Aksaray Laleli’de, Fethibey caddesinde 14 numaralı evi…
Hoca, ikinci kattaki odasında sedire oturmuş. Akşam namazının ezanını bekliyor.Birden yakındaki camiin minaresinden yanık bir ses… Hoca, ezanı, içinden kelimesi kelimesine tekrar ettikten sonra kıbleye dönüyor. Tekbir getirerek namaza duruyor.
Tam o anda bir zil sesi…Kapı çalınmakta…Atıf Hoca’nın haremi Zahide hanım kapıda...
Dışarıya sesleniyor:
-Kim O ? –Atıf Hoca’yı görmek istiyoruz.-Hoca namazda…
- Siz kapıyı açın da… Bekleriz...
Kadın kapıyı açıyor. Kılık ve edaları şüphe verici üç adam… sivil oldukları halde aynı meslekten olduklarını ihtar eden Üniformaya benzer bir üslup birliği içindeler. Başlarında , yeni kabul edilmiş bulunan şapka Kanunumuzun tatbikatına ait fötr biçimindeki örnekler…
Bundan sonrası hülasa olarak şöyle:Hanımı Atıf Hoca’ya gelenleri bildirir. Atıf Hoca gelir ve misafirlere ne istediklerini sorar. Gelenler, evi arayacaklarını söylerler. Ellerinde herhangi bir arama vesikası olmadığı halde Atıf Hoca’nın evini alt-üst ederler. Aramak bittikten sonra da hiçbir mazeret göstermeksizin Atıf Haca’yı tevkif ederek götürürler.
Bundan sonra Atıf Hocanın hapiste geçirdiği çileli günler başlar. Evinden alıp götürüldügü geceden sonra hanımı ve kızıyla görüştürülmez… sürgün,mahkeme, fakat ortada suç unsuru yok. Buna rağmen zindan hayatı devam etmekte … Daha sonra mevcut olmayan bir suçtan kahredici bir yargılama .
Reis Atıf Hoca’yı ayağa kaldırdı.
- Sıra sizde… Atıf Hoca, sakin ve mütevekkil, İstiklal mahkemesi üyelerinin nazarları karşısında … Daha önce tutuklu olup olmadığına dair sorulardan sonra Mahkeme Reisi,kurmuş olduğu cemiyetleri sorar :-Onlar da ilmi cemiyetlerdir. Yalnız bir defa siyasete benzer bir harekette bulundum.O da vatan kaygısıyladır.
Günlük politikanın üstündedir. Yunanlıların İzmir’i işgali üzerine bir beyanname hazırlayarak İstanbul’da itilaf Devletleri mümessillerine vermiş ve bu şen’i (alçak ) tecavüzü protesto etmiştik. Eğer bu hareketimize siyasetle uğraşmak denebilirse, işte tek vakam bundan ibarettir.
Reis karanlık gözleriyle Atıf Hoca’nın saffet dolu yüzüne haykırdı:- Sürekli olarak siyasetle uğraşmadığınızı söylüyorsunuz.,ama sizin ondan başka işiniz olmadığını iddia edenler var… Atıf Hoca mırıldandı:
-Olabilir! Bir şeyin söylenmesi başka, yapılıp yapılmadığı başka..Benim hayatım meydanda. İşimin gücümün siyaset olduğunu söyleyenler, nerede, ne zaman , nasıl ve ne şekilde siyaset olduğunu söyleyenler, nerede, ne zaman, nasıl ve ne şekilde siyaset yaptığımı göstersinler!
-Bu hususta en delil “FRENK MUKALLİTLİĞİ” isimli eserinizdir. Bu eseri ne zaman ve hangi gayeye hizmet etmek için yazdınız? -- Senelerce evvel ve mücerret bir gaye uğrunda yazdım… Şahsiyet sahibi olma gayesi … Yoksa şu veya bu hükümet teşebbüsüne karşı durma fikriyle değil… Taklitçiliğin her türlüsü kötüdür.İşte karşınızda Japonya misali !
…Garbın (batı) bütün telakkilerini elde ettikten sonra şahsiyete ve milli an’aneye sadık kalmanın örneği… Japonlar Asyalı bir topluluk adına, Avrupa’nın bütün ilmini, fenninin, usulünü , sistemini devşirdikten. Benimsedikten sonra.Kendi öz ruhuna sımsıkı bağlı kalmanın daima ibret dersini verecektir. Benimde o eserde güttüğüm gaye,”hikmet mü’mininkaybolmuş malıdır, nerede bulsa alır” mealindeki hadis gereğince, Avrupa’yı, iyi ve faydalı taraflarından ve bünyemizde eriterek, hazmederek benimsemek… Fakat ruh cevherimizi asla fesada uğratmadan. Bütün bunları kendi şahsiyet vahidimiz üzerine ekleyerek yapmak. Adi mukallit seviyesine düşmemek …İşte bu gayeyi güden, mücerred fikirlerden ibaret olan. Asla müşahhas ve siyasi bir meseleyi hedef tutmayan eserimi daha evvel kaleme aldığım halde, ancak 1340(1924) yılında bastırabildim.
-Eseri bastırmadan evvel kimseye gösterdiniz mi?
-Bu suale bilhassa “evet”demek isterim. Hem de şuna buna değil,resmi makamlara gösterdim.
Eserden,8 nüsha kopya ettim. Bunlardan ikişer nüshasını İstanbul Maarif Müdürlüğüyle Matbuat Umum Müdürlüğü’ne gönderdim. Okudular tetkik ettiler.Sonunda beni tebrike kadar Vardılar.”Hoca efendi , çok nazik ve mühim bir mevzuata el atmışsın, emeklerin kutlu olsun. Seni takdir ve tebrik ederiz!” dediler.Usul icabı olarak da eserin resmi neşir müsaadesini verdiler.
- Bu kitabın şapka İnkılabına karşı bir cereyan doğurduğu, inkılaba aykırı duygu ve düşünceler aşıladığı ve kötü tesirler bıraktığı iddiasına ne dersiniz?
Atıf Hoca doğruldu: - Yanlıştır derim ! Şapka inkılabı bu eseri hoş görmeyebilir. Sevimsiz, Hatta tehlikeli bulabilir.Fakat kendisine karşı yazılmış bir eser olmadığı için onu suçlandıramaz!
Atıf Hoca için yapabilecekleri hiçbir şey yoktu.Kitap,şapka kanunu’ndan önce neşredilmiş ve dağıtılmıştı.Kanundan sonra da elde kalan bazı nüshaların dağıtılması da ona bir suç yüklemezdi. Sevgi ve saygılarımla.
--- Devamı var.
Kaynak Kişi : Orhan ARDIÇLI