8 MART
Dün 8 Mart Dünya Kadınlar Günüydü. Çeşitli yerlerde çeşitli etkinlikler yapıldı. Kadınların toplum içindeki önemi, yeri gibi konularda aydınlatıcı bilgiler verildi. Kadınlar konuştu, erkekler dinledi ve herkes vazifesini yapmış olmanın verdiği huzurla evlerine döndü.
Aynı saatlerde bir kadın daha şiddete uğradı, bir kadın daha evden kovuldu, bir kadın daha hakarete uğradı, bir kadın daha intihar etti, işten atıldı.
Bianet’in raporuna göre, 2012 yılının ilk ayında 12 kadın öldürüldü, 26 kadın ve iki çocuk yaralandı, 10 kadına tecavüz edildi, 35 kadın taciz edildi. Türkiye’de son 7 yılda 4190 kadın öldürüldü.
TUİK’e göre 2005-2010 yılı vakaları baz alındığında 5 yılda cinsel suçlarda yüzde 30’luk bir artış meydana geldi.
Aile, kadın, çocuk, özürlü ve sosyal hizmet danışma hattı Alo 183’e ortalama olarak günde 33 kadın başvurarak, sığınma evine girme talebinde bulunuyor.
Bütün bu veriler çağımızda halen en doğal ve olmazsa olmaz yaşam hakkının sorgulandığını, en basit barınma, beslenme, sağlık, huzurlu ve güvenli bir çevrede yaşama hakkının kazanımları için savaş verildiğini gösteriyor.
1935 yılında kazanılan seçme ve seçilme hakkından sonra geldiğimiz yolda 1 kadın bakanla devam ediyoruz yola. Kadın Bakanımız da sadece kadın ve aileden sorumlu olabiliyor. Erkek işi olan siyaset, erkek işi olarak kalmaya devam ediyor. Kadınlar, kadın kollarında, yardımcı pozisyonlarda; erkekler seçici, karar veren konumunda kalmaya devam ediyor. Kilit noktalarda olan erkekler, bu kilidin değişmesine razı olmuyorlar. Yaşamlarında yeni bir kapı açılıp, bu kapıdan dışarı çıktıklarında, yıkılan iktidarlarının altında ezilmek istemiyorlar. Egemen olmuş ve olmaya devam edecek bir topluluğun, aslında buna muktedir olmadığını anladıklarından çok korkuyorlar. Bu korku da onları, şiddete ve daha fazla susturup, daha az duymaya götürüyor. Duydukça gerçek bildikleri yalan oluyor, duydukça, onlara anlatılan masallardaki iyi kalpli prenslerden, kötü kalpli devlere dönüşüyorlar. Üstünlüklerinin ve güçlerinin ellerinden kayıp gittiğini gördükçe, şiddet döngüsünün içinde buluyorlar kendilerini.
Asıl gücün, sevgide, cesarette, dayanışmada, insanca çarpan yürekte, merhamette, akıldan ve gönülden kopan sözlerde, eylemde, hayata anlam katıp, hayatı yaşanılır kılmakta, yaşatmakta ve çoğaltmakta, yükseltmekte, üretmekte ve birlikte inşa etmekte, umutta ve umut edecek bir dünya bırakmakta olduğunu bilmiyorlar. Gücü kolda, bilekte, seste, gürültüde, tahakküm ve iktidarda arıyorlar. Sarsıldığı anda da bir köşede kalan çocuk, acımasız ve zalim bir insana dönüşüveriyor. Rolleri karışıyor, içindekiler çatışıyor ve ortaya çıkan tablo hepimizi ürkütüyor…