YAŞAM HAKKI
Bu ülkede gündemin ışık hızıyla değişmesi; hiçbirşeyin üzerinde gerektiği gibi durulmadan, hiçbirşeyi gerektiği kadar görmeden es geçilmesine sebep olabiliyor. Nice önemli, ses getiren olaylar, bir iki hafta gibi, bazen bir iki gün gibi kısa sürede unutulabiliyor. Herkes bıraktığı yerden hayatına dönüyor ve ses vermiyor ne olana ne bitene. Sanki yaşanılan her şey, bir karmaşa sarmalında yuvarlanıp gidiyor.
Ülkeyi yönetenler hızlı atılımlardan, ekonomik gelişmelerden bahsederken; Van’da meydana gelen depremin yaraları bir türlü sarılamıyor. Dondurucu soğuklarda her hafta bir vatandaşımız çadır yangınlarında ölüp giderken, yetkililer her şey normalmiş havasında bir polemikten başka bir polemiğe atlıyor. Depremden kurtulanlar çadır yangınlarında gidiyor. Aylar geçti, bölgedeki insanlar, çadırlardan konteynerlere yerleştirilemiyor. Bir yanda yoksulluk, bir yanda yoksunluk, hayatlar bir haber değerinde silinip gidiyor. Zaruri olanlar yapılmadan, başka büyük projelere el atılıyor. Elbette yenilikler, teknolojik gelişmeler olmalı, fakat bir yanda zaruret içinde yaşamlar varken, diğer yanda yüksek teknolojik gelişmelerden dem vurmak abesle iştigal oluyor.
Sayın yöneticilerimiz, dindar nesiller yetiştirmek projeleriyle ilgilenirken, bazı nesiller çadır yangınlarında son buluyor. Ülkeyi yönetenlerin önceliği, vatandaşlarının yaşam hakkını sağlamayı en üst seviyeye koymayı gerektirirken, olup biteni gazete haberlerinden izlemekten öteye gitmiyorlar. En zaruri olan yaşam hakkının güvenceye alınmasıyken, muhafazakar gençlik idealleri peşine düşülüyor. Günlerdir gazetelerde muhalefet de yazarlarda bu konuyu irdeliyor.
Elbetteki, iktidardaki bir partinin, laik bir ülkede, açıkça dindar, muhafazakar nesiller yetiştirmeyi kendine amaç edinmesi, bizden ateist kuşaklar yetiştirmemiz mi bekleniyordu, demesi kabul edilebilir olgular değildir. Çünkü bir ülke laikse, din ve devlet işleri birbirinden ayrıdır. Ve bir ülke laikse, insanların dini görüşleri, hangi dinden olacağı, ya da ateist, Hristiyan, Müslüman olması kendi tercihleri olmalıdır. Ne tek bir dine mensup olanlar, ne de dinsiz olanlar birbirinden üstün değildir. Önemli olan birbirlerinin yaşamlarına, inançlarına duydukları saygı ve hoşgörüdür. İnsanların tercihleri kendi insiyatifinde olmalıdır. Devlet hiçbir vatandaşına, hiçbir inancı empoze etmemelidir. Aynı düşüncede, aynı inançta, aynı çerçevede nesiller yetiştirmek toplumsal hoşgörüye ve demokrasiye aykırıdır. Fakat ülke olarak, ideolojik tartışmaların gölgesinde fazlasıyla zaman kaybedip, fazlasıyla gündem değiştirmiyor muyuz? Biraz önce bahsettiğim yaşam hakkı dahi olmayan insanlar varken, ekmek parası dahi bulamayan insanlar varken, bu sorunları görmezden gelip, gündem değiştirmeyi nasıl içimize sindiriyoruz.
Devlet vatandaşının düşünce ve inanç sistemini sorgulamadan önce, en temel ihtiyaçlarını karşılamalı ki, vatandaş da düşünecek bir yol bulsun. Dondurucu soğukta kalan, sokakta yaşayan, yangınlarda yitip giden, sorumlusu bulunmayan kazalarda ölen, sorgusuz sualsiz yıllarca hapislerde tutulup, sağlıklarını yitiren, özgürlükleri elinden alınan insanların olduğu bir ülkede öncelik insanca yaşam hakkıdır. En temel ihtiyaçların karşılandığı, en temel özgürlüklerin verildiği, sonrasında özgür düşünce ve eğitim ortamında düşüncelerin ve düşünce sistemlerinin geliştiği bir ülke sunmaktır yöneticilerin görevi. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, ‘Cumhuriyet, düşüncesi hür, anlayışı hür, vicdanı hür nesiller ister.’