BÖYLE BUYURURDU ZERDÜŞT
Eskiden yani tartışmanın, fikir beyan etmenin olağan olduğu, sırf düşüncenizi ifade ettiniz diye adını dahi bilmediğiniz herhangi bir örgütün herhangi bir üyesi olmakla itham edilmediniz günlerde olağan tartışma programları olurdu. Genellikle saat 22.00 sularında başlayıp gece yarısına kadar süren ve fakat ara verip de sonuna tekrar yetiştiğinizde tıpkı hamile bayanın dizinin 3.sezonunun sonunda bile aynı durumunu bittabi muhafaza ettiği Brezilya dizilerindeki gibi seyretmediğiniz kısımlar adına hiçbir şey kaybetmediğiniz ve sonunda da herkesin işi “kardeşim iki saattir tartışıyoruz ama gördüğün gibi ne sen beni ne de ben seni anlayabildim ‘ e” hatta şarkıcı Kayahan gibi “beni bir sen anladın sen de yanlış anladın ‘ a bağladığı özgün programlardı.
Tabii etkinin tepkisi de vardı. Örneğin Levent Kırca tıpkı şimdiki Şahan Gökbakar gibi çok güzel tartışma programı karakteri portresi çizerdi. Kimi zaman şimdinin “Da Vinci mi yoksa İsmail YK mı” gibi absürt konularının tartışıldığı ya da koca koca profesörlerin “dünya dönüyorsa ben neden o zaman burada duruyorum” gibi tezlerin ortaya atıldığı ya da “domuz gribi günahtır domuz gribi olmayın” tarzı dini önerilerinin ortaya atıldığı muhteşem skeçler vardı. Hatta programı “pastanın tarifinden ziyada Sovyet sosyalist ne alaka ya” diyerekten kapatmak bile mümkündü. Sonunda da her zaman zaten Zerdüşt ne derse o olurdu.
Lakin komik olanları değil belki ama en azından ciddi tartışma programları da her güzel şey gibi tarih oldu. Tarihin kazananın yazdığı masaldan öte bir şey olmadığı düşünüldüğünde de elde sade ve sadece masallar kaldı. Hoş onlar bile bir tuhaf değişti ya. Artık kırmızı başlıklı kız büyükannesini ziyarete gittiğinde büyükannesini bir güzel midesine indirip onun kılığına giren kurda gözlerinin, kulaklarının, ağzının neden o kadar büyük olduğunu sormuyor. Onun yerine korkmak bir yana gülerekten kadın kıyafetleri giymiş olan kurdun bir takım tercihlerini sorgulama yoluna gidiyor. Zamane çocukları işte. İnternetti, televizyondu derken masalların da haliyle tadı kaçıyor. O masum, iyilik timsali Şirin Baba bile karikatürlerde Şirine ‘ ye “ne babası Şirine sen büyüdün kocaman oldun bana Ekrem de” diyebiliyor. Artık kendisine modern klasiklerden seçmece masal anlatılmaya çalışılan hiçbir küçük kız, o güne kadar eli sıcak sudan soğuk suya girmemiş güzel prensesin neden alabildiğine pasaklı üstelik de 4 kişi daha olsa futbol takımı kurulabilecek sayıda 7 adet cüce adama bakmak zorunda kaldığını, kendisini ancak ayakkabısından tanıyabilecek yüksek zekâlı biriyle evlenmenin kader olması gerektiğini yemiyor. Hem öpülecek hiçbir kurbağadan kendileri bizzat Afrika karakurbağası ya da anlı şanlı Göden diye tabir edilen türden olsa dahi bir Kenan İmirzalıoğlu çıkmayacağını en azından müstakbel prenste kulakların mutlaka Ciguli olacağı gerçeğini anlatanın yüzüne acımasızca vurup duruyor. Yani artık bana bir masal anlat baba içinde balıkla çocuklar kurtla kuzu olsun şekerle ay devri biraz geride kalmış gibi.
Son günlerde masalları çocuklar, tarihi ise güçlüler yazıyor. Tarihlerin Efendisi Zerdüşt bir tek masallara el atamıyor. “Buna çocuklar bile kanmaz” lafına rahmet okuturcasına yalan dolana, hileye hurdaya bir tek çocuklar kanmıyor. Kâinatın hâkimi koskoca Zerdüşt iş çocuklara gelince kifayetsiz kalıyor. Velhasıl Zerdüştler buyursa da buyurmasa da, çocuklar büyüklerin masallarına kansa da kanmasa da değişmeyen tek gerçek Tepedeki o beyaz saray, sarayda da her zamanki Zerdüşt rolünü üstlenmiş soytarıdan hallice bir kral olmaktan öteye geçemiyor.