24 KASIM
Bugün 25 Kasım, Kadına yönelik şiddeti önleme günü. Maalesef ülkemizde her geçen gün bir yenisi daha eklenen, kadına yönelik şiddet haberleriyle karşılaşıyoruz. Her geçen gün çığ gibi büyüyen, ardı sıra birçok aileyi bu çığın altında bırakan, sonu gelmez bir şiddet sarmalının içinde yuvarlanıyoruz.
Nasıl çıkacağız bunun içinden. Verilen cezalarla, koruma tedbirleriyle ne kadar yol alacağız belli değil. Ülkemiz genelinde topyekün bir seferberlik ilan etmeliyiz bu konuda. Sorunların temeline inmeliyiz. Sorun her bir olayda farklı cereyan etse de, aslında temelinde ortak olan tarafları bulup çıkarmalıyız. Eğitim, sosyal destek, ekonomik problemler, çaresizlik, kişilik bozuklukları, birçok etkenin aynı anda bir araya geldiği bu tip olaylarda aileleri ve kişileri inceleyecek birimler kurup, bu birimleri hareket geçirmeliyiz.
Bu konuda medyaya, siyasilere, adalet mekanizmasına, tek tek bireylere büyük işler düşmektedir. Şiddet haberlerinin veriliş şekli, tekrarlayan olayların ortak özellikleri gibi etkenler bile temelde birçok ipucu içermektedir. İnsanların olayların veriliş şeklinden bile etkilenme olasılığı dikkatle incelenmeli, bu konuda gerekirse sınırlar konulmalıdır.
Belki düşünce sistemimiz, eğitim sistemimiz yeni baştan incelenmeli ve yanlışlar elenmelidir. Herşeyin temelinin atıldığı aile kurumları, çocuğa ailede verilen eğitim, bilinç, hayata karşı verilen bakış açısı, yeni baştan değerlendirilmelidir.
Tıpkı doğal afetler gibi, nasıl onları engelleyemiyorsak ve doğal afetlere karşı sağlam binalar, mekanlar inşa etmenin önemi üzerinde duruyorsak, şiddet olaylarında da insanların gelişen olaylar karşısındaki bakış açılarını ve yaşam kalitesini değiştirerek farklı sonuçlar elde edebileceğimize inanıyorum.
Kadınlara da, erkeklere de şiddetin ve nefretin çocukluktan bu yana kaçınılması gereken davranış biçimleri olduğu empoze edebilirsek ve hayatın en zorlu anlarında bile sağlam bir duruşu, insan sevgisini ve insana zarar vermemeyi temel değer olarak öğretebilirsek, belki yaşananlar uzun vadede engellenebilir.
Maalesef ülkemizde çocukluktan bu yana, şiddetin her türlüsüyle karşı karşıyayız. Televizyon dizileri, çizgi filmler, oyunlar, sistemin genel bakış açısı, şiddeti yücelten ve kahramanlık boyutuna yükselten bir durumdadır. Kadının ve erkeğin konumu, kadının erkeğe boyun eğmesi gerektiğinin kabulü, şiddetin hak edilebilir bir kavram olduğu düşüncesi bizleri zor durumda bırakmaktadır. Oysa kadın ya da erkek çözümün şiddetle değil, insani bakış açısıyla çözümlenebileceğini kabul ederse, her iki varlığın insani olarak eşit olduğu kabul edilebilirse, birbirlerine yaklaşımları farklı olacaktır. Kadını mülkü gören anlayış, çocukluktan itibaren beyinlerine işlenen kişileri, bir yaştan sonra bunu değiştirmeleri zor olmaktadır. Bu anlayışın temelden değişmesi ve kadının ayrı bir birey olduğunun kabul görmezse toplumda erkekler kendilerini birer cezalandırıcıya dönüştürmeye başlıyorlar. Ve o cezalandırıcılar hem kendilerini, hem kadınları yok ederek hayatı zindan ediyorlar. Yaşamında mülk saydığı kadınların, her ne yaparsalar yapsınlar, kendi mülklerinde kalacağı duygusu varken, bu duygunun yokolması onları çaresizliğe itiyor ve acz içinde kalmalarını bu şekilde dışa vuruyorlar. Bir psikolog ya da bir sosyolog elbetteki değilim, sadece bir hukukçu ve insan olarak bu olayların içindeki gerçeği arayan ve hep birlikte acil çözümler bulunması gerektiğine inanan biriyim. Yoksa daha nice aileler, kadınlar, erkekler, yaşamlarını bir hiç uğruna mahfetmeye devam edecek. Hepimiz üzerimize ne düşüyorsa, bir şeyler yapmak zorundayız, sadece bunu biliyorum. Umarım böyle günleri, lugatımızdan tamamen sileriz bir gün.