TUTUN Kİ KARNINIZ ACIKTI
Çocukluk dönemi hiç tartışmasız o kısacık insan hayatındaki en güzel dönemdir. Çünkü mutluluk denip de koca koca felsefecilerin, edebiyatçıların bir türlü çözemediği sonunda da mecburiyetten hiççiliğe bağladığı şey hepi topu ufacık bir kelebeğin kanadındadır aslında, yani size bir kelebek uzaklığındadır.
Bir kere çocukluk döneminde masumiyet karinesi geçerli olandır. Hiç kimse aksi sabit oluncaya ya da aksi ispatlanıncaya kadar sizi suçlu ilan etmez, edemez. Zaten hiç kimse aksini ispata da yeltenmez. Sıcağı geçmeden yenilen keklerin, unutulan ödevlerin, yanlışlıkla çantaya giriveren kardeş kazaklarının hep bir açıklaması olur hâlihazırda. En büyük derdiniz, tasanız saati gelip de izleyemediğiniz en sevdiğiniz çizgi filmi kaçırma telaşesi, en büyük tıbbi müdahale de uf olan parmağınıza kondurulan acısı geçsin öpücüğüdür sadece. Öcülerden korkabilmek bile ayrı bir meziyettir küçükken. Yatak altları, dolap içleri adeta kara delik gibidir sizin için bilinmez ve sonu gelmez. Dünya da ne kadar küçüktür aslında. Okulla sizin evin mesafesi kadardır toplamda. Hani adlarını bilseniz ne kadar gülersiniz belki de Magellan Amca’ya Galileo dedeye.
Tutun ki karnınız acıktı, annenize küstünüz, o an hakikaten tüm şehir size küsmüş gibi gelir. Dersiniz olay bir devlet meselesidir. Sorun öyle ciddi sorun uyuşmazlığı, iç işlere müdahale, özerklik falan da olmayıp altı üstü sabahları yumurta yememe üzerine bilindik gayet olağan sivil bir itaatsizliktir aslında. Tepinip içiniz geçene kadar ağlamak da dahil Machiavelli ‘ den hallice başarıya giden yolda her şey mubahtır bu ahval ve şerait içerisinde. Hem siz bırakın koca koca adamların sahip olmak isteyeceği şeyleri sadece bir kedinizin olmaması bile çoğunluk bir çocuk için hayatı yeni baştan anlayamama meselesidir.
Zaten çocukluk dediğiniz de nedir? Hepi topu biraz bilye, az biraz tabii hala varsa topaçtan ibarettir. Hayat da oyuncaklarınız kadar basittir. Sanırsınız ki hiç kimse yaşlanmayacak Öyle bilirsiniz ki hiç bir şey eskimeyecek. En büyük hastalığı grip, en büyük takımı kendi takımınız sayarsınız hep. Bir de büyümeyi o kadar çok istersiniz ki. “Düşünüyorum da biz büyüyerek çok çocukluk etmişiz” diyeceğiniz günleri bilmezsiniz hiç. Cahil cesareti vardır ne de olsa, dönem az biraz hayatın cahiliye dönemidir daha çok. Derken o kuşlardan da küçük olduğunuz düşler sokağından bir gece vakti geçtiğiniz günler geride kalır. Gömleğiniz kiraz ağacına takılır, uçurtmanız ise tellere. Bilyeler ne tarafa yuvarlanmış, topaç hangi deliğe girmiştir kim bilir? Camdan gözlediğiniz minik kanaryayı daha geçen akşam sevdiğiniz kedicik kaptığında vazgeçersiniz büyük olmaktan. Oysa kimi şehirlerarası yollarda vazgeçer Yılmaz Erdoğan gibi çocuk olmaktan. Orada yol, burada hayat bir yere gitmez. Çünkü onlar bildiğiniz birer durma biçimleridir aslında. Hayatın Peter Pan öyküsündeki gibi herkesin ebediyen çocuk olarak kalmadığı bir yer olduğunu keşfettiğinizde bir de yaman çelişki girer hayatınıza.
Kısacası tıpkı bir facebook iletisi gibi silgi kullanmadan resim yapma sanatına hayat dendiğini öğrenirsiniz. Hem de dağların ardında bedelli askerlik, ağaçların gizli saklı yerlerinde derin devlet, yerin yedi kat dibinde tamamen şekli bir adalet barındıran yer yer kübik, yer yer ustalarına taş çıkarırcasına sürrealist bir resim. O vakit büyüyünce de sorarsınız akvaryum, kanarya ve sevincinizin yanında hala o büyük resmi anlayamamanın vermiş olduğu derin utançla “bu ne yaman çelişki anne” diye. Sanki kadıncağız felsefeciymiş, ya da meclisin lokantasında 4.00 TL ‘ ye dil balığını höpürdeten oymuş gibi. Düşününce sahi bu ne yaman çelişkidir böyle. Ama senin de ne günahın var ki anne.