ŞİDDETLİ TÜRK
Alman kadın, karakolda mağdur olarak ifade verdikten sonra ‘işte sonunda ben de Türk oldum’ diyordu, gazetelerdeki haberde. Kadına yönelik şiddet, artık kanıksanan, tipik Türk vatandaşı davranışı olmaya başladı. Gazetelerin manşetlerinde ve üçüncü sayfalarında her gün yer bulan, en az iki kadın cinayeti, artık alışılan bir davranış biçimi oluverdi.
Belki de yaşananları bu denli gözler önüne sermek doğru bir yaklaşım biçimi değil. Çünkü her gün, en az iki cinayet ve kimi zaman intihar vakasını okuyan insanların bazıları, bu olayların olabilirliğini ve kanıksanır olmasını içselleştirerek, belki de kafalarında olan bu tür düşünceleri eyleme döküyorlar; ‘diğeri yapmış ben neden yapmıyim, aslında bu da olabilirmiş, o da haketmiş’ türünden bilinçaltı düşünceleri kafalarına üşüşmeye başlayınca, sonunda kendi cinnetlerinin hazırlayıcısı olabiliyorlar belki de. Kimin ne şekilde cinayet işlediğini, hangi ruh durumunda bulunduğunu görüp, onlarla özdeşime geçebiliyorlar.
Bazen de bir virüs salgınının insanları ele geçirdiğini ve her geçen gün yayılan bu virüsün, gitgide daha tehlikeli olduğunu düşünüyorum. İnsanların düşünme yetisini elinden alan, şiddete programlı, hayat amaçlarını yok eden, öyle bir virüs ki bu, hiçbir ilaç fayda etmiyor.
Belki de topyekün bir seferberlik gerekiyor bu virüsten kurtulmak için. Son dönemde işlenen, tüm kadın cinayetleriyle ilgili, ciddi bir sosyolojik araştırma yapılıp, bu kişilerin geçmişini, yaşam biçimlerini, eğitimlerini, aile yapılarını, psikolojik durumlarını ciddi bir incelemeye tutup, aradaki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya çıkarmak gerekiyor. Bu insanları, bu denli kolayca yok etmeye ve yokolmaya programlayan düşünceler neler. Üstelik bu cinayetler, çoğunlukla boşanmış eşler arasında oluyor. Eşi boşanana kadar da, ona şiddet uygulayan ya da birlikte mutlu olamayıp ayrılmış bu erkekleri, sonrasında onsuz bir hayatı yaşamaktansa, yok etmeyi veya hapiste çürümeyi ya da kendi hayatını da bitirmeyi mutlak doğru olarak görmeye iten sebepler neler?
Toplum olarak, olayların kökeninde yatan sebepleri sorgulamadan, sadece yansıtmakla ve geniş yer vermekle, bence bir bulaşıcı hastalık etkisi yaratılıyor. Haberlerin veriliş biçimi, üslubu, ya da verilip verilmemesi ciddi anlamda tartışılmalıdır. Olayları her gün olan sırdan olaylar, heyecanlı haberler statüsünde değerlendirmeye alırsak, bu heyecanlı ve sürükleyici haberler bir süre sonra normal birer istatiksel bilgi halini alacaktır.
Kadın sığınma evlerinin artması, kadınlara koruma verilmesi, gözaltına alınanlar, geçici uzaklaştırmalar elbette belli bir süre için kadınları koruyan ve olması gereken tedbirlerdir. Çünkü, karşısından tehdit gören her insan, kadın yada erkek korumaya alınmalıdır. Son yaşanan acı tecrübelerden sonra, kadına yönelik şiddette ciddi koruma tedbirleri alınmalı, fakat aslolan, olayların kökeninde yatan sebeplerin bulunup, olayları engellemenin çaresine bakılmasıdır.
Bu yaşananlar, tek tek münferit olaylar olarak görülse de, aslında değildir. Yıllardır toplumun bilinçaltna işlenmiş düşüncelerin, gün yüzüne çıkma halidir. Ne öyle ne böyle olamadan, arada kalmış bir toplumun, arada kalmış fertlerinin, yaşamı koyu bir karanlıkta, sorgulamadan tüketme eğilimidir. Gittikçe artan dozlarda empoze edilen karizmatik, güçlü, sahiplenici erkek imajının, sadece ölesiye sahiplenen erkekler furyasına dönüşme halidir. Şiddetin evde, okulda, sokakta, televizyonda normalleştirilen ve öğrenilen bir davranış biçimi olduğu çok açıkken; çocukların bilgisayar ekranlarında başlayan şiddet maceralarının, hayatın gerçek sayfalarına sızma biçimidir. Yaşamlarında hep daha fazlasını, daha çok tüketerek elde etmeye şartlanmış insanların, manevi değerlerinin, yaşam amaçlarının son bulmasıdır. Dostluğun, arkadaşlığın, dayanışmanın yerini; facebook, twitterda paylaşılan sanal alemlerin alması, oyun ve gerçeğin yer değiştirmesidir. Bir yandan alabildiğine açık, bir yandan alabildiğine kapalı hayatların, aynı anda yaşanmasının verdiği ruhsal çatışmalardır. Kadını güçlü olmaya iterken, aynı zamanda itaat etmesini salık veren güçlerin hiç bitmeyen çığlıklarıdır. Tüm yaşananlar, hepimizin yaşadığı bu toplumda, aslında hepimizin yanıbaşında olanlardır. Duymadan, görmeden yaşamak mı, yoksa ses verip birlikte çözüm bulmak mı, tercih bizimdir.