TENCERE DİBİN KARA SENİNKİ BENDEN KARA
Aslında demokrasinin ne olduğunu yediden yetmişe bilmeyenimiz yoktur. Buna rağmen siyasilerimiz anti demokratik uygulamalar yapabiliyorlar. Ve sonra da kürsülere çıkıp kendilerinin ne kadar demokrat olduklarını öne sürüyorlar.
Türkiye bu patinajda çok fazla kaldı. Eğer bu koordinatlarda biraz daha kalırsak “Türk Demokrasi Geleneği” kavramı altında, içinde bulunduğumuz garip durumu kabullenmeye başlayacağız.
Ben dâhil hepimizin gönül verdiği siyasi çizgiler olabilir. Hiç birimiz de “Benim partim seninkinden daha demokrat…” diyebilme noktasında değiliz. Tencere dibin kara, seninki benden kara…
Topluma ve bireye güvenmeyen hiçbir sistemin başarılı olacağına inanmıyorum.
Yukarıdan senaryoların yazıldığı, politikaların belirlendiği, ifadelerin ve sloganların dahi önceden ayarlandığı bir sistem, karanlıkta yol almaya çalışmaktan başka bir şey değildir.
“Milletvekili mi, lider vekili mi?” tartışmalarının gölgesinde demokratik bir iklim nasıl hayat bulabilir ki?
Şurası o kadar açık ki; başkentte parti üst yöneticileriyle ilişkiler fevkaladeyse listeye girilebiliyor. Ama halkla ilişkiler çok iyiyse listeye “veda” ediliyor. Halkın sözü geçmiyor.
Mevcut durumu bile bile hangi yürekli biri ortaya çıkar da “demokrasi işte budur” diyebilir?
Eğer seçimden sonra yapılacağı söylenen yeni anayasa da bu işi çözemezse hiç kimsenin geleceğe dair demokrasi umudu kalmayacak. Türkiye’nin hangi kronik sorunu olursa olsun, “sakat bir sistemden” daha büyük bir sorunu olamaz.
Kaldı ki; çözemediğimiz birçok sorunun altında, geniş kitlelerin kaale alınmaması yatmaktadır.
Özellikle başta seçim olmak üzere farklı alanlarda anket yaptırmayı seven ve buna göre sürece yön vermeye çalışan yetkililerimiz, neden vatandaşa gidip “Türkiye’de demokrasi var mı?” şeklinde basit bir soru sormuyorlar? Anyayı, Konya’yı anlamak için bundan daha güzel bir formül olabilir mi?
Yeni bir seçim sürecine girdik. Kimse yanlış anlamasın; ama bu kampanya sırasında da her zaman olduğu gibi yine Ankara’yla bağlantıları fevkalade olan adayların etrafında pervane olmaya çalışacağız. Çünkü sistem bizi “ummaya ve korkmaya” programlamıştır.
Bunun bir başka anlamı da şudur: Ankara halkın gözünün içine bakacağına, halk Ankara’nın gözünün içine bakmaktadır.
Yani geldiğimiz demokratik noktada artık mızrak çuvala sığmamaktadır. Dolayısıyla mesele görmezden gelinemeyecek bir hal almıştır.
Siyasi tabloya baktığınızda göreceksiniz ki; her tarafımızdan demokratlık akıyor. Sosyal demokratlar, milliyetçi demokratlar, muhafazakâr demokratlar, liberal demokratlar… Vs.
Anladık da; bunca demokratın olduğu bir yerde “demokrasi” nerede? Hadi bir de tersinden soralım: Demokrasinin olmadığı bir iklimde “demokrat” ne işe yarar?
Aslında yeni anayasayla bu konu düzenlense bile demokrasiye kavuşacağımız meçhuldür. Zira demokrasi, ekonomik olduğu kadar kültürel bir alt yapı da gerektirir.
Kültürel alt yapı neyi gerektirir? Ötekinin özgürlüğüne saygı duymayı, ülke topraklarındaki nimetleri eşit paylaşmayı ve ortak bir yönetimi elbette…
Demokrasi; hazmetme, hoşgörü ve hümanizm kapasitesiyle orantılı bir sistemdir.
Peki; tüm bu özellikler, bu bakış açısı var mı bizde?
Bilemiyorum.
Olsaydı herhalde demokrasiye kavuşurduk.
Ne terör, ne işsizlik, ne gelir adaletsizliği, ne coğrafyamızdaki sorunlar… Türkiye’nin en büyük sorunu demokrasi yokluğudur. Bu böyle biline…(!)
HOŞÇAKALIN