27 MART DÜNYA TİYATRO GÜNÜ
Fatsa Kıvılcım Tiyatrosu olarak dördüncüsünü yaşayacağımız Dünya Tiyatro Günü’ne ulaşmış bulunuyoruz. (27 Mart 2011 Pazar)
Çoğumuzun zannettiği gibi “Dünya Tiyatrolar Günü” değil, Dünya Tiyatro Günü’dür bu gün…
Bizler toplum olarak tiyatro sanatının gücünü ve varlığını henüz fark edebilmiş değiliz.
Bunu nereden anlıyoruz?
Yetmiş milyonluk bir ülkede sadece birkaç tiyatronun doğru düzgün iş yapmasından, diğer onlarca tiyatronun da ayakta durmaya çalışmasından elbette…
Bir toplumun çağdaşlık çıtasını görmek istiyorsanız, ilgi alanlarına ve nelere meylettiğine bakmanız yeterlidir.
O toplumun sanatçısı, aydını, bilim adamı veya sporcusu sürünerek bir yaşam sürüyorsa durumun iyiye gittiğini söylemek mümkün değildir.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin domino taşı gibi sırasıyla değişimler yaşamak zorunda olduğu şu günlerde, o ülkelerin bir başka özelliğine dikkat etmenizi tavsiye ederim.
Hiç birinde de doğru düzgün kültürel ve sanatsal etkinliklere rastlayamazsınız. Özellikle tiyatro konusunda bu toplumların kendi içlerinde ve dünyada söz sahibi olduklarını göremezsiniz.
Zaten böyle toplumlar daha çok görece ve popüler olgulara meylederler. Onların ilgilerini kültüre, sanata çekebilmek imkânsız değilse de çok zordur.
Çünkü bu coğrafyanın insanı okumaz.
Türkiye dâhil, bu tip ülkelerin kişi başı yıllık kitap okuma oranıyla; Japonya, Amerika, İngiltere, Fransa gibi ülkeleri karşılaştırdığınızda durumun bir hayli vahim olduğunu göreceksiniz.
O nedenledir ki; bir Libya’yla, bir Mısır’la çelik çomak misali çok rahatlıkla oynayabilirsiniz.
Çünkü bu ülkelerin bireyleri araştırma, düşünce geliştirme veya strateji oluşturmadan ziyade feodal yapının yazılı olmayan yasalarıyla hayatlarını sürdürürler.
Acı olan budur.
Hazır bu konuya girmişken şunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
12 Eylül dönemi hükümetinin bir Dış İşleri Bakanı; tv’de katıldığı bir oturumda Ortadoğu ülkelerindeki isyan dalgalarının, o toplumların kendi iç dinamikleriyle gerçekleştiğini söyleyebilmektedir.
Tam bir güler misin, ağlar mısın durumu… Demek ki; Ortadoğu halkları son derece bilinçli bireylerden oluşuyor ve günün birinde isyan etmeyi akıl edebiliyorlar. Demek ki; o coğrafyada emperyalist güçlerin ajanları yıllardır cirit atmıyor. Demek ki; batılı sömürgeci ülkeler, yıllardır bu coğrafya için amaçlarına ulaşacakları plan ve programlar yapmıyorlar. Ve demek ki; Tunus, Mısır, Libya, Bahreyn ve isyan çıkacağı kuvvetle muhtemel komşu ülkelerin insanları hızla koordine olarak anlaştılar ve dediler ki; “Arkadaşlar! 2011’in ilk aylarından başlayarak sırasıyla isyan başlatıyoruz. Herkes ona göre hazırlığını yapsın.”
Eğer o halkların iç dinamikleriyle başladıysa bu isyanlar, bu yorum karşısında bizim de böyle düşünmemiz normal değil midir? Ve tekrar hatırlatayım; bu yorumu yapan vatandaş 12 Eylül Bülent Ulusu hükümetinin Dış İşleri Bakanı…
Yıllardır “otur” deyince oturan, “kalk” deyince kalkan halklar, nasıl oluyor da kendi iç dinamikleriyle isyan başlatabiliyor?
Mesele çok açık aslında… Okumayan, yazmayan, sorgulamayan ve düşünmeyen halklar, diğer gelişmiş halkların boyunduruğuna girmek zorundadır.
Bu anlamda Türkiye için de tehlike çanları çalmaya başlamıştır aslında… Her ne kadar kültüre, sanata, bilime ve spora bakışımız Ortadoğu coğrafyası kadar olmasa da, istenilen düzeye henüz gelebilmiş değiliz.
2. Dünya Savaşı’nda yerle bir olan Almanya’nın savaş sonrası yaptığı ilk iş, tiyatro binalarını onarmak olmuştur. 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nüz kutlu olsun.
HOŞÇAKALIN