KADIN VE ŞİDDET
Gün geçmiyor ki, bir kadın daha sokak ortasında tabancayla ya da bıçakla kocası tarafından öldürülmesin. Her gün gazete sayfalarında, kocası ya da eski kocası tarafından tehdit edilip, sonra da öldürülen eş ve sevgili haberlerine alışır olduk. Ceplerinde şikayet mektupları, ellerinde sonuçsuz başvuru kağıtları ile sokak ortasında kalıveren cansız bedenler. Annelerini kaybedip, babalarını hapishaneye gönderen kimsesiz çocuklar. Aynı anda, hem annenin hem babanın birden kaybedilmesi. Babanın yaşıyor olmasının da bir önemi olmasa gerek, böyle bir olaydan sonra. Hayat boyu silinemeyecek izler.
Son yıllarda, kadın cinayetlerinde, 2002 ile 2009 yılları istatistiklerine göre, yüzde 1400 oranında bir artış var. 2002'de 66 kadın öldürülürken, bu sayı 2009 yılında 900’ün üzerinde. 2010 yılında 500 civarında. Yüzde 1400 artış hiç de azımsanacak bir rakam değil. Ne oluyor da her üç kadından biri şiddete uğruyor. Ya öldürülüyor, ya tecavüz ediliyor ya da taciz ediliyor. İstatistiklere yansıyanların yanında bir de gün yüzüne çıkmamış, fiziksel, psikolojik şiddet mağduru kadınlar var. Şiddete uğradıklarını söylemekten utanan, kimseyle paylaşmayan yüzlerce kadın var. Çünkü paylaştıklarında utanıyorlar, bunu kendi suçları gibi görüyorlar ya da bu şiddeti kanıksıyorlar. Daha kötüsü sonunda öldürülmekten korkuyorlar.
Son aylarda öldürülen kadınların birçoğu da kocasından ya da birlikte yaşadığı adamdan ayrılmış veya ayrılmak üzere olan kadınlar. Bunların bir kısmı devletten koruma istediği halde koruma talepleri karşılanmamış veya geciktirilmiş. Eşlerinden ayrıldıklarında gidebilecekleri güvenli bir yerleri yok. Sığınma evleri sayıca çok az olduğundan, bir çok il ve ilçede sığınma evi imkanı yok. Böylece eşlerinden, ya da birlikte yaşadıkları adamdan ayrılan kadınlar, sonunda kendi kaderine terkedilmiş durumda kalıyorlar. Eğer kendi ekonomik özgürlükleri yoksa, çocuklarının ve kendilerin bakımı yine ayrıldıkları ve onlara şiddet uygulayan adamın insafına bırakılmış. Eğer ailelerinin de onlara desteği yoksa, üzerlerinde tahakküm kuran adamın şefkatine ve ilgisine muhtaçlar. Bu da onları daha savunmasız ve çaresiz bırakıyor. Yıllar yılı ayrılmamaları ve şiddete maruz kalarak yaşamaları da bu bağımlılıktan ve gelecek korkusundan kaynaklanıyor. Çünkü bazen aynı şiddeti, sığındıkları ailelerindeki baba ve kardeşlerinden de görebiliyorlar. Töre cinayetleri adı altında öldürülen kadınlar da en güvendikleri kişilerce katlediliyor. Ya da bu adamların sonu gelmez tehditleriyle gitgide sindirilmiş ve kendi suçluluklarına inanmış bir yaşam sürüyorlar. Aldatılmak, ilgi, sevgi görmemek onlar için önemli değil, tek istedikleri evlerinde çocuklarıyla birlikte şiddet görmeden huzur bulmak.
Mesleğim gereği, mağdur olan birçok kadının sıkıntılarını dinlemek ve onlara yol göstermek durumunda kalıyorum. Fakat onlara hukuki yardım yapmak, hukuken haklarını hatırlatıp, ekonomik durumları iyi değilse devlet tarafından ücretsiz avukat temin etmek ve davalarına girip haklarını savunmak dışında onların yeni hayatları için daha fazla şeyler yapamamaktan dolayı çok üzülüyorum. Çünkü yapılan maddi yardımlar falan da çözüm değil. Yapılması gereken o insanların yeni bir hayat kurması için gerekli desteği verebilmek. Bu da kurumsal bir destekle olabilecek bir olay. Evinde dayak yiyen, ayrılacağım ama gidecek yerim yok diyen, sonrasında neyle geçinirim diyen bir kadının boşanma davasını bitirmek, ona eşinden nafaka ya da tazminat kazanmak da çözüm olmuyor. Çünkü dava süresince, eşiyle aynı evde yaşamak zorunda kalan bir kadın ne yapacak. Gidecek ailesi yoksa, çocukları varsa, eşinden tehdit görüyorsa, nerede yaşayacak, kim ona güvence olacak.
Konuştuğum kadınlardan birisi, ‘yıllardır eşinden şiddet gördüğünü, artık çocuklarını okuttuğunu, büyüttüğünü ve dayanacak gücü olmadığını’ söylemişti. Eşi onu başkasıyla aldatıyormuş, onu sevmiyormuş, bunlara razıydı. Yeter ki evinde dayak yemeden durabilsin. Her gün hakaret ve fiziksel şiddet görmeye artık dayanacak gücüm yok demişti. Ayrılması için her türlü yardımı yaptığımız halde, sonrasında hiçbir güvencesi olmadığı için ve gidecek bir yeri olmadığı için bunu da yapamıyordu. Kocasını evden uzaklaştırmaya da korkuyordu. Çaresizdi, onu burada yerleştirebileceğimiz hiçbir kadın sığınma evi yoktu. Akşam olunca bir başına kalacaktı. Çaresiz, aynı eziyet yine devam edecekti.
Devletin kurumlarının, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının artık bu gidişe bir dur deme zamanı geldi de geçiyor. Daha fazla göz yumarak, şiddete mazeret bularak ve kadınlarımıza güvence olmayarak, yol göstermeyerek, şiddete eğilimli kişileri rehabilite etmeyerek ve yaptıklarını normal karşılayarak bizlerde bu şiddete ortak olmuyor muyuz aslında?