26 ŞUBAT GELDİ ÇATTI
Böyle günler yaklaştığında ruhsal dünyanızda çeşitli gel-gitler yaşarsınız. Bir şeylerin, sizi içine doğru çektiğini hissedersiniz.
Karma karışıktır dünyanız… Normal yaşantınızda sırasıyla gelen duygular, böyle süreçlerde birbirine karışmıştır artık… Gelince, kalabalık gelirler.(!)
Neler yoktur ki; içinde…
Heyecan, endişe, soru işaretleri, evham, korku, kaygı, sevinç, telaş, mutluluk, burukluk ve daha bir yığın şey…
Sonra…
Uyuyamazsınız, beslenme düzeniniz kaybolur.
İnsana bakışınız değişir. Çünkü işiniz insanladır, insana dairdir. Gördüğünüz insansa eğer, sizi mutlaka ilgilendirir.
Zaten ne demişler? “Elinde çekici olan, gördüğü her şeyi çivi zanneder.”
Böyle günlerin arifesinde sevinçle hüzün uzak değildir birbirine… Az önce üzüntüden kahrolan siz, yaşadığınız küçücük bir gelişmede kahkahalar atabilirsiniz.
Adına ihmalkârlık deyin, imkânsızlık deyin, unutkanlık deyin… Ne derseniz deyin ama son anda mutlaka büyük-küçük aksilikler çıkar. Adeta kanundur bu… Böyle olmak zorundadır sanki…
Sorunsuz ve kafanızda hiçbir şey olmadan sahneye çıkmak haramdır adeta…
Bunu bile dert etmezsiniz. Artık geride kalmış ya da dondurulmuştur söz konusu o sorunlar…
Güzeldir yani… Yanarsınız, kavrulursunuz.
Ayrıca amansız beklenti ve merak sarar her yanınızı…
“Acaba oyunumuza filancı da gelecek mi? Gelse ne iyi olurdu.”
Gözlerinizin arayıp da bulamadığı biri varsa eğer, burulursunuz. Fakat o duyguyu, oyundan sonra yaşamak üzere rafa kaldırırsınız. Onu yaşayacak zaman yoktur çünkü…
Salona gelip sizi şereflendirenlere şöyle bir bakarsınız. Hepsi değerli ve kutsaldır sizin nezdinizde… Zira sizin için gelmişlerdir. Ve zira çok değerli zamanlarını, sizden yana kullanmışlardır.
O anda kafanızda tek bir kaygı vardır. O da; güzel bir performans gösterip sizin için gelenlerin salondan mutlu ayrılmasını sağlamaktır…
“Başarabilir miyim acaba?” sorusu bir mıh gibi çakılıverir beyninize… Ve o soru öyle bunaltır, öyle bunaltır ki sizi, sonunda kendinizi gecenin akışına bırakmakta bulursunuz işin çözümünü…
Sahneye adımınızı atmaya saniyeler kala sizi içten içe kemiren duygularınız, seyirciyle ilk teması kurduğunuz andan itibaren bir kısrağın kırlarda özgürce koşmasına dönüşür.
Sonra gelsin kulis heyecanları… Adrenalin doruktadır kuliste… Ve hiç kimsenin kafasında oyunun iyi gitmesinden başka hiçbir düşünce yoktur.
Takım ruhu dediğimiz şey, işte o anda tam anlamıyla vücut bulur kuliste…
Diken üstündedir bütün ekip… Ama herkes halinden memnun ve mutludur. Yani diken, güldür artık…
Oyunun finali yaklaşır. Birazdan yaşayacaklarımız, bunca emeğin karşılığının alınacağı son noktadır.
Ve o an kaçınılmaz olarak gelir. Zaten kaçınılmaz olarak gelebildiğini o an anlarız. Zira o anı yaşamadan gelebileceğine fazla ihtimal vermeyiz. Ama bir şekilde gelir.
İşte o anda sizin için o salonu dolduranların tepkilerinden anlarsınız ki; oyununuz başarılı ya da başarısız geçmiş…
Her ne şekilde olursa olsun ekibin bir elemanı olarak müthiş bir enerji patlaması yaşarsınız.
Tatlı yorgunlukla birlikte, genelde mutluluktur yaşadığınız…
Sözün özü gala öncesinde Fatsa Kıvılcım Tiyatrosu oyuncularının içi kıpır kıpır… Bu muhteşem geceyi sizlerle birlikte yaşamak istiyoruz. 26 Şubat’ta (Yarın) Hasret Düğün Salonu’nda saat 19.00’da görüşmek üzere…
Şimdiden her ne sürç-i lisan edersek affola… SANATLA KALIN