HİDROELEKTRİK SANTRALLERİ VE HUKUK
HİDROELEKTRİK
SANTRALLERİ VE HUKUK
HES’lere karşı yürütülen hukuk mücadelesinde açılan davalar birer birer kazanılıyor.
En son Rize İdare Mahkemesi, bölgede planlanan 2. HES Projesi için yürütmeyi durdurma kararı verdiği gibi, bugüne kadar aynı vadide tam dokuz kez yürütmeyi durdurma kararı da vermişti.
Ancak tüm bu kararlara rağmen, inadına hukuk tanımayan bir uygulamanın ısrarla sürdürülmek istenmesinin, nasıl bir hukuk devleti anlayışı olduğunu Orman Bakanı’na sormak lazım...
Bir hukuk devletinde, hukukun kararları ortada dururken, hem de sayın hükümetin bakanı tarafından ihlal edilmesi, siyasi ve menfi emellerin dayatması değil de, nedir?
Hukuk kararlarına rağmen HES şirketlerine inadına destek vermenin arkasında gizli-saklı ne olduğunu bizler de bilmek isteriz. Sırf “Enerji üreteceğiz” sözleri asla inandırıcı değildir. Çünkü Tanrısal hak olan suyun kar amacıyla kullanılıp kullanılmadığını ve kaç paraya pazarlandığını bile bilmiyoruz.
Sayın bakanın şirketlere verdiği talimatlar arasında bulunan “Bölge insanlarını bir şekilde ikna etmeye çalışın” ifadesi, “Hukuk dışı uygulamalarınıza halkı razı edin.” anlamını taşımaktadır ki; bu da “Hukuku çiğneye çiğneye bu HES’leri yapacaksınız.” dayatmasından başka bir şey değildir. Zaten sırf hukuk dışı uygulamalara karşı, yoksul halkın mağduriyetleri kullanılarak ne tür yöntemler uygulayacakları gayet açıktır.
Olayın asıl vahameti, hukuk devletinde hukukun ne olduğunun tartışılır hale gelmesinin sebepleri yavaş yavaş anlaşılır olmaya başladı. HES projelerini onaylayan idarenin, yönetmelik ve var olan korumacı yasaları birbiri ardına değiştirmesi her şeyi ortaya döküyor.
Hele ki; son çıkan torba yasada bile 24.11.1994 tarihli ve 4046 sayılı özelleştirme uygulamaları hakkında bir madde eklemişler. Üretim amaçlı yatırım ve buna bağlı ticari, mali, hukuki tasarruflarda bulunmuş olanlara (şirketler) mahkemelerce verilen iptal ve yürütmeyi durdurma kararları, hükümet tarafından geçici 25. maddeye dayanılarak tamamen iptal edilmiş ve “işlem yapılamaz” denmiş.
Bundan da anlaşılıyor ki; hukuk dışı uygulamaların önünü açmak için asıl hukukun önüne HES DUVARI ÖRÜLMÜŞ.
Bu noktada sayın hükümete sormak lazım. Geçici 25. maddeye göre açılan davalar düşecekse, acaba mahkemeler sembolik bir yapıya mı sokulmak isteniyor? Vatandaş olarak bunu bizler de bilelim.
Ama yine de unutulmamalıdır ki; T.C. Hukuku işlemediğinde bir üst hukuk daha var ki; oda uluslararası hukuktur. Tüm uluslararası sözleşmelerin altında imzası olan TC. Hükümeti’nin, “Ben onların yasalarını da tanımam” demesi hele hele asla mümkün değildir.
Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın anlaşmalarla ilgili 90. maddesi usulüne göre, yürürlüğe konmuş milletler arası anlaşmalar, kanun hükmünde sayılmıştır. Buna göre taraf olduğumuz anlaşma ve protokollerin Türk iç hukuk düzeninde sahip oldukları hukuki güç, en az çevre kanunu değerinde olup, ulusal mevzuatımızın bir parçasıdır.
Her ne kadar anayasayı kökünden değiştirsek bile, T.C.Devleti’nin bu mevzuatlara uyma zorunluluğu da bir başka gerçektir.