NE EKİYORUZ, NE BİÇİYORUZ?
Çocuklarımız “o dershane senin, bu dershane benim” koşturup duruyorlar.
Anne babalarsa evlatlarının “en iyi” eğitimi almalarını sağlamak adına mucizevî fedakârlıklar sergiliyorlar.
Bir çırpınma ki; sormayın gitsin.
Eğitimin sadece sınav odaklı olması ne kadar sağlıklı acaba?
Bir diplomanın, bir akademik unvanın, hayatın her şeyi olduğu fikrine nasıl da kapıldık?
Hepsi aklıma gelmiyor elbette… Bir yığın sınav çeşitleri var.
İlköğretimden başlayan eziyet, üniversite bitinceye kadar devam ediyor.
Bu arada da eğitim sistemimiz, sık sık değişiyor. Ama sadece değişiyor. O kadar…
Değişim tabi ki olmak zorunda… Ancak yaptığımız değişikliklerle ne elde edebiliyoruz? İşte orası belli değil… Ya da tartışmalı…
Bizim dönemimizde yazılı sınavlar vardı. Şimdiyse bütün bunlardan vazgeçildi ve test ağırlıklı sınavlar yapılmakta…
Bir soru ve dört şık…
Bazen şansa işaretlenen bir şık doğru çıkabiliyor. Ve öğrenci o soruyu bilmiş oluyor. Ama şansının yaver gitmesi, konuyu bildiğini göstermiyor.
Buna benzer bir yığın çelişkiler, eğitim sistemimizin içinde cirit atıyor maalesef…
Sınav, test, şıklar üçgeninde geçen bir eğitimin başarı oranı ne olabilir sizce?
Bu şeytan üçgeni arasında eğitimini tamamlayan bir öğrenci neyi kazanmış olabilir?
Türk Milli Eğitim Sistemi tez elden bu sarmaldan kurtulmalıdır.
Yoksa “kurşun asker” yetiştirmekten başka bir şey yapmış olmayacağız.
Böyle bir eğitim sisteminde, sağlıklı tepki vermeyen insanlar yetişir. Sağlıklı tepki vermeyen toplumların geleceğiyse karanlıktır.
Daha çok diplomanın verilmiş olması, daha çok aydınlanma anlamına gelmiyor.
Elbette bu noktada “diploma verilmesin” sonucuna varmamak gerekir.
Önemli olan araştıran, sorgulayan ve kültüre, sanata, çevreye, ülke sorunlarına duyarlı bireyler yetiştirmektir. Kişisel gelişimini tamamlamış insanlar üretmektir.
Korkarım şu halimizle “okumuş cahiller” yetiştiriyoruz. Oysa bu, dünyanın hiçbir yerinde marifet sayılmıyor.
Kişisel gelişimini tamamlamamış bireylerden oluşan toplumlar, çelik çomak misali oynanmaya müsaittir.
Bir zamanlar Türkiye’de, şimdilerde Tunus’ta, Mısır’da yaşandığı gibi o insanların yararına olmayacak iç kargaşalar çıkarmak çok kolaydır.
Şimdiye kadar yönetimlerine karşı gıkı çıkmayan Mısır ve Tunus halkı, ne oldu da birden bire sokaklara döküldü? Sakın birilerinin uygulamaya koyduğu planın parçaları olmasınlar?
Eğer oralarda ne olup bittiğini bilen bir halk olsaydı, bu hain plan uygulamaya konabilir miydi?
Bir zamanlar onların kuzu gibi olmalarını isteyen irade, şimdilerde aslan gibi kükremelerini istiyor. Bütün mesele budur.
Dönün ülkemizdeki yakın tarihe… Hatta günümüze…
Anayasamızda Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, çağdaş, sosyal, hukuk devleti olduğu yazılıdır.
Diğer tüm sorunlarımızı bir kenara atın. Bu ülkede “fail-i meçhuller” diye kara bir sayfa var. Onlarca siyasetçi, gazeteci, iş adamı çeşitli zaman dilimlerinde hunharca öldürülmüş olmasına rağmen katilleri veya azmettiricileri halen bulunamıyor.
Hukuk devleti olmamıza rağmen…
Ama bunun yanında toplumda kayda değer bir tepki yok. Bu, sizce biraz garip değil mi?
Nasıl insan yetiştirdiğimiz konusunda bir kez daha dönüp eğitim sistemimizi sorgulamamız ve uygar bir çözüm yolu bulmamız şarttır.
HOŞÇAKALIN.