TAHLİYELER VE ADALET
Dün yayınlanan bir gazetede, ‘CMK’nın 102. maddesi kapsamında tahliye edilen bazı sanıkların kaybolduğu ve imza vermeye gitmediği’ yazıyordu. Artık ara da, bul bulabilirsen. Adamlar hakkında neredeyse 90 yıl ceza verilmiş. Haklarında ceza kesinleştiğinde, kendi rızalarıyla yeniden cezaevine gitmeyi ve bir ömrü orada bitirmeyi kim göze alabilir ki. Elinde varsa bir imkan, hazır fırsat varken gidecek biryerlere ve saklanmaya çalışacak. Böylece, hakkında daha fazla bir ceza da olamayacağı için, kaçabildiği kadar kaçacak. Bundan daha doğal ne olabilir. Bu kişilerin cezaevlerinden çıkışlarında, coşkuyla ve kahraman edasıyla karşılanmaları da, kendi cenahlarında işledikleri suçlardan yana vicdanlarının rahat olduğu açıkça gösteriyor.
CMK Yasasının yorumlanması ve uygulamaya konulmasıyla, cezaevlerinden tahliye edilenler ya işledikleri suçları kabul edenler ve ilk derece mahkemesince suçlu bulunanlar. Üstelik suçların birçoğu da, bir yada birden fazla kişiyi öldürmek. İşkence yapmak, adam kaçırmak ve öldürmek ve saire. Neredeyse %90 suçlu bulunmuş bu kişiler 5- 10 yıl süreyle cezaları kesinleşemediği için salıveriliyorlar.
Hukuk her zaman herkes için vardır. Yasalar eşit bir şekilde uygulanır, sanık hakları her zaman gözetilir ve tutukluluk süresi makul sınırları aşamaz. Fakat bu yasalar uygulanırken, haklarında iddianame düzenlemekten öteye gidilmemiş, henüz yargılamaları devam eden ve neyle suçlandıkları bile belli olmayan kimselerin, yeni uygulamadan yararlanamamaları hakkaniyete uygun değildir.
Örgüt suçlamasıyla, ve hükümete, devlete darbe planlarıyla suçlanan bu kişiler, kimseyi öldürmemiş, kimse aleyhine direkt bir zarar vermemiş ve haklarında henüz somut bir delil oluşmamıştır. Devlete karşı örgütlü suçtan bahsedilirken, bu örgütün ne olduğu, birbirleriyle bağlantılı olup olmadıkları dahi henüz bir kararla sabitlenmemiştir. Burada bir Yargıtay aşaması değil, ilk derece mahkemesinin yargılama aşaması devam etmektedir. Çoğunluğu yazar, çizer, profesör, asker gibi mesleklerden oluşan birçok insanın da, bana göre, tutukluluk süresinin yanlış yorumlanmasıyla, çok daha uzun süreler cezaevinde tutuklu olarak kalmaya devam etmeleri de, hiçbir hukuk mantığına uygun düşmemektedir.
Hukuk kuralları yazılıdır, hukuk kuralları eşittir ve şahsi değildir. Fakat hukuk kuralları öncelikle hakkaniyeti, toplumun vicdanını, toplumda değişen değerleri, yaşananları göz ardı edemez. Üstelik yasaların uygulanmasında gecikme olduğu, yargılamanın haddinden uzun sürdüğü bu ülkede, düzenlemeler ülkenin koşullarına uygun olmalıdır. Toplumun vicdanını, yarasını kanatan, adalete inancı sarsan ve toplumda infial yaratan uygulamaları, hukukun varlığına sığınarak ve hukuku çiğneyerek gerçekleştirmek, adalet duygusunun büyük yara almasına yol açacaktır.
Bir tarafta, yaptığı ameliyatlarla, yüzlerce insanı hayata döndüren bir insanın, hakkındaki suçlamayı bile bilmeden yıllarca cezaevinde yatması; onun yüzünden, yine insan hayatıyla uğraşan kutsal bir mesleği icra eden diğer kişilerin tutuklanıp cezaevine konulması; diğer yanda birilerini diri diri gömen insanların dışarı çıkıp kaçıp gitmeleri. Bir yanda, yeri yurdu adresi belli, yazdığı yazılarla topluma ışık tutan, gerçeklerin peşinde koşan bir insanın yıllarca kapalı kapılar ardında ne olacağı belirsiz yatması, diğer yandan beş kişiyi öldürdüğünü söyleyen adamın elini kolunu sallayarak sokaklarda dolaşması. Bir yanda siyasi söylemleriyle, sendikal faaliyetlerle ve tamamen yasal yollarla sivil toplum kuruluşlarında çalışan insanların savunma yapma hakkının bile doğru dürüst kullanamaması, diğer yanda ölümü yaşamın üzerinde gören, öldürmeyi kendilerine bahşedilen bir hak olarak kabul edene insanların aramıza birdenbire karışması.
Bütün bunlar, hangi adaletin, hangi vicdanın, hangi yasanın emirleridir ki, bizler elimiz kolumuz bağlı, korku içinde, sessiz ve usulca beklemekteyiz. Ne bir ses, ne de seslerden yükselen bir çığlık duyulmuyor hiçbir yerden. Toplum kendi düşlerinde, düşünenler düşüncenin esaretinde yaşayıp gidilen bu düzen de, gitgide tanıdık bildik bir senaryoya dönüşmekte.