VASITALI HIRSIZLIK
Hırsızlık adi bir olaydır. Bunlar cezaevlerinde bile itibarsız insanlardır. Cezaevlerinde namus düşmanlığı yapan insanlarla hırsızlara ikinci sınıf muamele yapılırmış. Bir kenara itilirler, diğer mahkumlar onları insan yerine koymazlarmış. Bizim çocukluk yıllarımızda çok yaygın bir şekilde hırsızlık vardı. Fakirliğin çok alt seviyelerine düşmüş insanlar çok değeri olmayan ufak tefek şeyleri bile çalarlardı. O zaman yaygın olan bir söz vardı. “ Aç köpek fırın yıkar.” derlerdi. Fındık bahçeleri, evlerin önündeki harmanlara serili fındıklar silahlı insanlar tarafından bekletilirdi. Fındık harmanlarında çalışan insanlar nöbetleşe uyurlardı. Nüfus kalabalıktı. O tarihlerde Karadenizde km 2’ye düşen insan sayısı Avrupa’nın kine eşitti. Bu açlık ve sefaletten kaçan insanlar, İstanbul’da iş buluyorlardı. Köylerin % 40’ı veya 50’si boşaldı. Bu insanlar İstanbul’da ev ve iş sahibi oldular. Geride kalanlar da rahatladı. Hırsızlık tümüyle kalktı. Hz. Peygamber bir yerde geçim daralırsa göç edin buyurmuş, biz bunun canlı örneğini de gördük. İstanbuldaki sanayiciler de işçi buldular. Sanayi gelişti, yeni iş sahaları peşinden gelen insanların iş kaynağı oldu.
Bugün şehirlerde iş yerlerinin önünde, müşteriye arz edilen mallara şükürler olsun ki kimse elini sürmüyor. Bu emtaalar geceleyin de mağazaların önünde duruyorlar: Ne kadar güzel. Bize göre bunlar medeni insan olmanın bir ölçüsüdür. Okuldayken İsviçrede bazı mağazalar sattıkları malların fiyatlarını üstüne yazıyorlarmış. Dükkanda mal sahibi olmadığı halde: Alıcılar, parayı bırakıp, malı alıyorlarmış deniliyordu. Şimdi öyle bir laf işitmiyoruz.
On sene kadar önce: Uzungöl’den, Sultan Murat’a geçiyoruz. İrtifaları ikibin metrenin üstünde olan yaylalardayız. Bu beldeyi ilk defa görüyorum. Geçtiğimiz obaların tepelerinde karlar var. Her obada içinde oturulan bir kaç tane ev var. Diğerleri İstanbul’a gitmişler. Bahçe içlerinde üç katlı muntazam evler. Altı ahır, diğer iki katı evmiş. Kapısı kapalı çevresinde 5 dönüm kadar bahçe var. Taş duvarla çevrili, içinde biçilecek seviyede ot büyümüş, bir taşı devirseler içeriye hayvanlar girecekler. Kimse taş duvara ve evin kapısına dokunmuyor. Bazı obalarda hiç insan yok, evler tamamen boş. Bunların da kılına dokunulmamış.Bu evlerin içinde eşyalar duruyormuş. Bir aylık kadar da yiyecek olurmuş. Bu obalar en yakın karakol’a 30 km. mesafede varlar. İsviçre’yi hatırladım. Şehrin içindeki bir mağazada insanların aldıkları bir malın paralarını yanlarına koymak daha kolay. Bu insanlar, bu kadar tenha bir yerde bu dürüstlüğü nasıl yapabiliyorlar? Belki de utanırlar diye bizim vasıtalı hırsızlara bunlardan bir derece bahsedeyim dedim inşallah utanırlar.
Fatsa’nın İslamdağ beldesinde bizim evimizin de tam karşısında: Niksar ve Tokat istikametine giden yolun Kayaköy Mahallesi kavşağı var. Gereksiz yere yolun güzergahını yükselttiler. Buraya altlı, üstlü istinat duvarı yapıldı, yol eğriltildi, ortaya iki ayak konulan dev gibi bir köprü yapıldı. Mübalağasız Fırat nehri’ni taşır. Belki de 10 sene sonra kurak mevsimde altından su geçmeyecek bir köprüye yüksek ayaklar konulmuş. İstinat duvarından sonra bir de dolgu işi çıkartılmış. Bu dolguyu elbetteki malum firma yapacak. Bunu defalarca yazdık, utansınlar da daha yapılmasın diye düşündük: Dünya güzeli “Güllük” Şelalemizi dağıttılar, dünyanın en kaliteli taşını mıcır yapıp iki gemi yükü Rusya’ya ihraç etmişler. Sorulursa diyecekleri sözü biz şimdiden söyleyebiliriz. Kendi taş ocağımızdan aldık diyecekler. Peki bu taşı ne yaptınız?.. sorusuna kulp takmaya çalışacaklar. Allah c.c bilir. Bize göre burada devletin bir milyon lira tazminat hakkı var. İnşallah onun da sırası gelir. Şimdi bir de Ayazlı Mahallesinde istinat duvarları yapıyorlar. Halbukiyse buraya gerekmiyor. Kısacası şu: On kuruşu yanlatmak için, devlete 100 kuruş zarar veriliyor. Vasıtalı hırsızlık herhalde budur. İnsanlarımızda seyirci. Bakar kör gibiler, sesleri solukları çıkmıyor. Allah c.c şuur nasip etsin inşallah...