ŞİDDET
Şiddetin günden güne ve şehirden şehire yayıldığı şu günlerde, asıl korkutucu olan, bu yaşananların kanıksanmış bir hale gelmesi sanırım. Ne televizyonlarda, ne de gazetelerde gördüğümüz haberler, bizleri yeterince şaşırtmıyor ve ürkütmüyor. Her geçen gün, daha da içine çekildiğimiz bu şiddet ortamı; yazılanlarla, çizilenlerle, siyasi üslupla ve empoze edilen programlarla daha da normalleştiriliyor.
Çocuğun evinde gördüğü şiddet ortamı, sokağa yayılan şiddetle bütünleşiyor. Henüz bebek denilen yaşta izlenen çizgi filmlerde bile, vurup kırma ve öldürme olgusunun had safhada olduğu ve bunların hiçbir şekilde denetlenmediği göz önüne alınırsa, çocukların bu filmlerle ve sokaktaki, evdeki şiddetle bütünleşme eğilimi yadsınamaz. Beyinlerinin her şeyi algıladığı ve kişiliklerinin gelişmeye başladığı bir dönemde, yoğun bir şiddet propogandası ile karşılaşılıyor. İnanın bazı kanallardaki çizgi filmler, büyüklerin bile seyrederken ürpereceği cinsten şiddet sahneleriyle dolu. Bunların üstüne, bir de evde ailecek izlenen haber bültenlerini ve dizileri izlerse çocuk, gerçek hayatta da şiddetin alasıyla karşılaşıldığını erken yaşta fark ediveriyor.
Siyasilerin birbirlerine kullandığı üslupta da, sürekli artan dozda bir kavga üslubuyla karşılaşıyoruz. Biri diğerine ‘senin dilini kopartırım’ derken, diğeri aynı üslupla cevabını veriyor. Sokak ararında kavga eden çocukların ya da mahalle kavgalarının dili, siyasilerin gündelik konuşmalarının normal seyri oluveriyor. Bazı gazetelerin köşe yazılarında ve televizyonların tartışma programlarında da, eğitimli, yaşını başını almış insanların aynı üslubu benimsemesi ‘ şiddete övgü’ düzeyinde gelişiyor. Bu denli dayatılan bir üslup da zaman içinde toplumun genel hali oluveriyor. Trafikte, yolda, devlet dairesinde, her türlü sosyal ortam ve en korunaklı olması gereken ailelerde birbiri ardına sirayet eden, toplumsal ve bireysel şiddet patlamalarıyla karşılaşıyoruz. Böylece sadece dağda, bayırda değil de, gözümüzün görebildiği her yerde karşılaştığımız bir yaşam biçimi oluveriyor şiddet.
Şiddetin toplum genelinde lanse ediliş biçimi ve genele yansıtılışı da, bir taraftan şiddeti kınarken, diğer taraftan şiddeti tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermesiyle, büyük bir merak uyandırıyor. Bazen de şiddete övgü, insanların bilinç düzeyinden daha derinlere inip, bilinçaltında biryerlere kazınıyor. Kadınların gördüğü ve yaşamlarını çekilmez kılan şiddet, bazen bu türden yaklaşımlara maruz kalıyor. Kocasıdır, namusudur, hak etmiştir, tarzı düşüncelerle yetiştirilen erkekler, günü gelip de toplumun onaylamayacağını düşündükleri bir davranışta, bir anda kendilerini bu kısırdöngünün içinde buluyorlar. Üstelik eğitim seviyesinin yüksek olması bunda bir caydırıcılık yapmıyor. Bir üniversite mezunu ya da hocası, gayet eğitimli insanlar da, bir anda kendilerini kaybedip, geri dönüşü olmayan şiddet ataklarının içinde kalabiliyorlar. Çünkü olayları hallediş ve sakin çözüm üretme yeteneğini çoğunlukla kaybetmiş vaziyetteyiz. Şiddet, değişik dozlarda da olsa, farklı biçimlerde de olsa; ister fiziksel, ister psikolojik şiddet diyelim, görebildiğimiz her yerde karşımıza çıkıyor ve gitgide kanıksanıyor. Toplum olarak bizleri sarıp sarmalayan bu öfke bulutu da, bir sürü fırtınalar yaratıyor.