ESKİ FATSA
Fatsa’nın eski fotoğraflarına bakıp da hüzünlenmemek mümkün değil. Belediye binasının her katında sergilenen ve geçmişin Fatsasını gözler önüne seren tablolar görülmeye değer. Her birinin üzerinde hangi tarihi ve hangi mekanı yansıttığını belirten resimler, aynı mekanda başka bir hayatın izlerini gösteriyor bizlere.
Şimdinin sokakları, şimdinin iç içe geçmiş binaları eskiye olan özlemi arttırıyor. Sokaklarında çocuk arabalarının bile geçmeye zor yer bulduğu, binalar arasındaki mesafenin yok denecek kadar az olduğu, binalardaki kat sınırının gittikçe arttığı, birinin diğerini kapatmasının hiç de önemli olmadığı bir devirdeyiz artık. Önemli olan binaları peş peşe ve olabildiğince hızla çıkmak, kat sayısını plana uygun hale getirmek, bitmemiş hayalet binaların sayısını arttırmak.
Şehrin içinde çirkin görüntülü bina yığınlarından başımızı kaldırmazken, şehrin dışına doğru ilerleyen bölümde de aynı hızla çirkin bir yapılaşmaya doğru gidilmektedir. Şehrin dokusu, şehrin kendine has hiçbir mimarisinin kalmadığı aşikardır. Kişilerin şahsi menfaatleri doğrultusunda, diğerlerini düşünmediği ve yapabildiği kadar çok, kazanabildiği kadar çok bina yapmayı kar saydığı bir düzende, şehrin yerel yönetimi hiçbir insiyatif kullanmamaktadır. Ya da insiyatifi şehrin doğal dokusunu daha fazla bozma yönünde kullanmaktadır.
Bir binaya ufak bir eklentinin yapıldığı anda imar kirliğinden dava açılırken, binaların tamamen çevre kirliliğine yol açacak şekilde yapılandırılması konusunda sesiz kalınmaktadır.
Yeşil alanların hızla binalaşmaya başladığı, şehrin bazı alanlarında ufak yeşilliklerin neredeyse kaybolduğu, bu kayboluşun hızla şehir dışına yayıldığı bir dönemde sokaklarda araç geçişi ve inşaat kalıntıları sebebiyle yürüyememiş olmamıza hiç şaşırmıyorum.
Şunu düşünmeden edemiyorum. 1932 yılına ait bir Fatsa fotoğrafında insanlar belki teknolojik anlamda bu kadar ileri değillerdi ama daha huzurlu ve daha yaşadığı mekanlarda mutlu olan insanlar olduğunu düşünüyorum. Geniş sokaklar, yeşil ve şehrin bütünleşmesi, estetik binalar, aydınlık evler, doğanın sesi derken, insanların hayatı daha çok duyumsadığını düşünüyorum. Daha az tüketim, daha az sahip olma ve daha çok paylaşım.
Teknolojiye, maddeye ve sürekli daha fazlasını alma bağımlılığına dur denilmediği sürece, ve kişileri bu hırslarıyla denetimsiz bıraktığınız sürece, diğer insanların yaşam alanlarını engellemeye devam edeceklerdir. Bu diğerlerinin aslında kendi yaşam alanları olduğunun farkına bile varmadan.
Bu şehirde, her geçen gün artan bir imar kirliliğiyle ve buna paralel, yaşanan doğal ortamları hayatımızdan uzaklaştırma eğilimiyle, karşı karşıyayız. Çünkü artık binalar yaşayacağımız tüm mekanları, estetik kaygılardan tamamen uzaklaşmış bir şekilde kaplamaktadır. Artık hava araçlarıyla sokaklarda gezinip, ancak ışınlanma yoluyla doğal ortamlara ulaşırsak hiç şaşırmayacağım.