HEPİ TOPU İKİ ARŞIN
HEPİ TOPU İKİ ARŞIN
Süleyman Efendi bile nasırından çekmemiştir herhalde Nasrettin Hoca ‘ nın Timur Han ‘ dan çektiğini. Velhasıl Nasrettin Hoca malum önce köylülerin kışkırtıp gaza getirmesi, ardından da aynı köylülerin kendisini Timur ‘un huzurunda tek başına bir sap gibi hür ve özgür bırakması üzerine Timur ‘ dan canlarını çok yakan filinin yanına sırf komşularına ders oldun diye iki fil daha isteyecektir.
Ama Hoca ‘ nın Timur ile tek ve yek münasebeti bu değildir. Yine günün birinde Hoca, Timur ‘ un huzuruna çıkıverir. Aralarında geçen bir başka sinir bozucu gergin konuşmanın ardından Timur, Nasrettin Hoca ‘ yı şöyle bir süzüp ukalaca “söyle bakalım Hoca, bir eşek ile senin arandaki fark nedir?” diye sorunca Hoca da “hepi topu iki arşın fark vardır” diye cevabı yapıştırır. O sırada Hoca ile Timur arasındaki mesafe de tam iki arşın boydadır. Öyle ya ne yapsın Hoca, sonuçta bitirse de medrese mektep, merkep yine merkep yine merkep, cihan sultanı olsa ne yazar.
Anlaşılan bir tek Nasrettin Hoca değildir Timur ‘ un seveni. Nitekim meşhur Ankara savaşı öncesi Yıldırım Beyazıt ile Timur arasındaki mektup diplomasisi daha doğrusu mektup savaşı hızlanır. Yıldırım Beyazıt , Nasrettin Hoca kadar üstü kapalı duramaz,öyle dolaylı konuşmalara da giremez olacak ki mektuplarından birine doğrudan “ey Timur adıyla anılan kudurmuş köpek” diye başlayacaktır. Artık bu mektubu götüren Osmanlı elçisi kırk katırdan mı yoksa kırk satırdan mı çoktan seçimli hakkını kullanmıştır bilinmez ama Yıldırım Beyazıt ‘ a bir Ankara yenilgisi ardından adeta kredi kartı yıllık aidatı tadında Fetret Devrine malolur bu sivri çıkışı.
Ali Osmanlıda büyük ihtimal özellikle sarayda kullanılan ağır ağdalı dilden olsa gerek laflar pek bir gelişine zikredilir karşı cenahlara. Bu elbette ki Osmanlının üç kıtaya nam salmasının verdiği cesarettendir kuvvetle muhtemel. Keza Sokullu Mehmet Paşa döneminde de Osmanlı en iyi zamanlarından birini yaşamaktadır. Kıbrıs alınmış ve gözler tüm ihtişamı ile Osmanlıya çevrilmiştir. Ama her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bu anın da bir sonu olacaktır. Haçlı ordusu toparlanır ve Osmanlı İnebahtı Deniz Savaşı ile denizlerde tarihteki en büyük yenilgisini alır. Ama Sokullu Mehmet Paşa yenilsek de ezilmedik tarzındaki mağlup fakat mağrur tavrıyla Kıbrıs ‘ ı kastederek “siz bizim sakalımızı kestiniz ama biz sizin kolunuzu kestik, sakal çıkar lakin kesilen kol bir daha yerine gelmez” diyerek nesli dedesine ceddi babasına dayanan atalarına yakışacak ve bugün olsa Reuters, AP olmak üzere tüm ajanslarda ilk sıraya oturacak meşhur lafını ediverir. Skor resmen 2-1 ‘dir.
Bu sefer de devir meşhur Köprülüler Devridir. 4.Mehmet devlet işlerinden fazlaca haz etmeyince görevi sadrazam Köprülü Mehmet Paşa devralır. Osmanlının yine fetihlerle olmasa da en azından toprak kaybının minimum olduğu nispeten güçlü bir dönemidir Mehmet Paşanın dönemi. Fakat gelin görün ki Osmanlı ‘ da laf sokmanın yanında bir de elçi pataklama adedi peyda olmuştur. Padişah ya da sadrazam geleni sedirinde karşılayıp karşısındaki yeterince biat göstermeyip de saygıda kusur edince devletlumuz Roma kralları gibi başparmağını ters çevirip arenadaki gladyatörü aslanlara akşam yemeğine gönderircesine “vurun kahpeye” babında emirler yağdırmaktadır.
Nitekim Köprülü Mehmet Paşa döneminde bir fransız elçisi Osmanlı içerisinde el altından işler çevirir. Bu sadrazamın kulağına gidince elçi apar topar saraya çağrılır. Yediği haltı bilen elçi sözde hastalığını mazeret gösterir, yerine de vekil olarak oğlunu gönderir. Ama sadrazamın tepesi daha da atar. Bir de üzerine genç elçi vekili ters cevaplar verip de cami duvarına tükürmeye kalkınca tez eceli oracıkta gelir. Önce bir araba sopa yer, ardından da tayini Yedikule zindanlarına çıkıverir. Araya 14. Lois bile girer ama yine de saraydan bir yanıt alamayacaktır. Keza aylar sonra oğlu içeriden çıkan aynı elçi bu kez yaptığından pişman gönül alma niyetiyle sarayda sadrazamın huzuruna çıkar. İspanya ile yaptıkları savaşı ülkesi Fransa ‘ nın kazandığını bizzat haber verir ama Köprülü Mehmet Paşa oturduğu yerde yayılıp bir de hiç istifini bozmadan “domuz köpeği, köpek de domuzu ısırmış, bizim neyimize gerek” diyerekten alaylı bir şekilde elçiyi huzurundan gönderiverir. Köprülülerin bu elçiye hışmı ve hırsı o denli büyük olur ki aynı elçiye baba Köprülüden sonra oğlu Köprülü Fazıl Ahmet Paşanın da dayağı nasip olacaktır.
Keza Osmanlı her dönem sevmediği elçileri çeşitli vesilelerle bir şekilde ağırlar. Kimi zaman onu huzurunda çok daha aşağıya oturtur, kimi zaman da yeterince eğilmediği düşünüldüğünde ensesine yumruğu indiriverir. Hatta sırf bu yüzden korkudan ve şaşkınlıktan dili tutulanlar dahi olmuştur. En azından tarihçi Murat Bardakçı böyle anlatır.
Demek ki diplomasi çocuk işi öyle saklambaç, birdirbir gibi bir şey değildir. Yok bizi aşağıda oturttu, yok gemiye sandala izin vermedi, küstüm oynamıyorum demek de rağbet edilen bir şey değildir. Eğer işi kıvıramazsanız adama yakan top oynattırıp üzerinde ip atlattırırlar. İşte o vakit dünya dönerken elin çocuğu Counter Strike oynarken siz hala ananızın margarinine talim ediyor beş taş oynuyorsunuzdur. Gün gelir devran döner bir de bakarsınız ki yedi cihana nam salanların torunları nice Timurlar karşısında el etek öper olur. İşte o timurların karşısında o vakit merkep de olursunuz elçiden hallice köpek de. Vezirlik ile rezillik arasında ne iki arşın ne de bir arpa boyu hepi topu bir sedirlik ince bir çizgi vardır vesselam.