KOLAY DEĞİLDİR
Kolay değildir…
Bir sanat eserini, bir neşriyatı, bir hayali gerçeğe dönüştürmek kolay değildir.
Çünkü bütün bunlar doğumda ve ölümde olduğu gibi insanın en yalnız anında gerçekleşir.
Yalnızlık ki; insanoğlu için bazen zehirle pişmiş bir aş, bazen de Yaradan’ın bir lutfu…
Bir güfteyi, bir yazıyı kaleme alırken yalnız olmak zorundasınız.
Bir beste, insanın en yalnız halinde beste olur.
Şiirde benliğinizi kemiren duygular, satırlara dökülmek için sizi amansız eder.
Kolay değildir yani…
Aslında aşktır bunun adı… Tutkudur…
İçinizden taşmak üzere olan çağlayanı, coşkuyu, pır pır eden bir yüreği uzun süre saklayamamaktır.
Uyutmaz eder sizi… Gölge gibi ardınızdadır.
…ve öyle bir an gelir ki; kimselerin göremediği duygusal depremleri en doğru kanaldan dışa vurmak zorundasınızdır.
Bazen şiir olur, bazen güfte, bazen beste, bazen bir sahne eseri…
Bazen de bir kitap…
Kolay olmadığını söylemiştim.
Duyguların hayatla bağlantısını sağlamakla görevli beyin, bazen bir kelimeyi, küçücük bir notayı bulabilmek adına saatlerini, günlerini heba eder.
Hatta kimi zaman ömrünü…
Müebbetin infazı, dünyanın en büyük hazzıdır kimileri için…
Aslında bütün mesele, iç dünyamızda serseri mayın gibi dolaşan duyguların, legal yollardan dışa vurulması çabasıdır.
İnsanoğlu bir bilmece… İnsanoğlu bir çelişkiler yumağı…
Aşkın ve tutkunun acısını doruklarda yaşarken, katıksız mutlulukları tatmak çelişki değildir de nedir?
“Pek çok kadınlar sevdim, aslında yoktular.” diyen şair, acaba acınası bir durumda mıydı, yoksa bize bile hissettirmeden mutluluğun sarhoşluğunu mu yaşıyordu?
Bunu bilmek ne mümkün? Olmayan kadın sevilebilir mi? Ama o sevdi işte…
Kolay değildir.
Tutkunun ucu sivri mızrakları size yönelmişken, inadına gülebilmek kolay değildir.
Bir sıcak çorba için şiir yazarak duygularını satmak zorunda kalan Orhan Veli’yi kaçımız anlayabilir?
İlk satırlardan başlayarak anlatmaya çalıştığım duygu labirentlerinden geçmeden ortaya bir eser çıkarabilmek mümkün müdür?
Acaba Celal Çukurlu’ya “Dünüyle Bu Günüyle Fatsa” kitabını yazdıran güç neydi?
Sakın içinde yaşattığı Fatsa sevdasının bir dışa vurumu olmasın…
Bir insan satır satır, nakış nakış işleyerek tam üç yılını dört yüz sayfalık bir kitaba niçin vakfeder ki?
Eğer içinde zapt edemediği çağlayanın tatlı şırıltısı yoksa…
Eğer içinde zerre kadar aşk ve tutku barındırmıyorsa…
Niçin üç yılını heba eder?
İlçedeki atmış dört bin kişiden sadece biri bunu düşünüp kendini yollara vurduysa…
En doğru ifadeleri bulmak için günlerce kafa yorduysa…
Her hangi bir Fatsalı geriye dönüp baktığında yaşadığı memleket adına nadir eserlerden biri olarak bu çalışmayı görebilecekse…
Ve bu coğrafyada hala emeğe saygı diye bir erdem kaldıysa…
Duyguyla yoğrulmuş “Dünüyle Bu Günüyle Fatsa” ya hiç kimse kayıtsız kalamayacaktır.
Çünkü kolay değildir. HOŞÇAKALIN