BARIŞIN ADI
Barışın adını unutmuş bir dünyada, yardımın ve dayanışmanın ne olduğunu anlamak ne kadar da zor. İnsanlığın es geçildiği bir yüzyılda, insani yardımın anlamı ne kadar da uzak bir cümle olarak çıkıyor karşımıza.
Uzak bir denizden uzak çığlıklar geliyor kulağımıza. Gece yarsısı uykusu kaçıp da ekranın karşısına geçenler yavaşça hayıflanıyorlar olan bitene. Yazık olmuş deyip, geçip gidiyorlar. Birazdan uykunun kollarında yeni bir rehavetle, başlayacakları günün ve koşturmacanın hesabını yapıyorlar. Gemilerde ölenler, yaralananlar, tutuklananlar da camdan ekranın görünmeyen duvarında bir siluet olarak kalıveriyor.
Dünya uzun zamandır gerçek yüzleri gizleyemiyor artık. Görünenle görünmeyen, aynı düzlemden bakıyor hayata. İkiyüzlü nezaket gösterileri, yerini açık seçik gerçeklere bırakıverdi. Bu gerçeklerde, hem acının, hem acımasızlığın izi olsa da, kimse saklamak gereğini duymuyor içindeki nefret duygularını. Herkes açıktan açığa döküyor taşlarını ortaya. Kimin ne dediğinin, ya da kimin kime yönelen öfkesinin bir anlamı yok artık.
Dünya son yıllarda aynı coğrafyadaki insanları daha çok düşürüyor birbirine. Yakın olanlar daha çok uzaklaşıyor. Aynı topraklarda yaşayanlar; ortak tarihler yaratıp, aynı duyguları paylaşanlar yabancılaşıyorlar birbirlerine. Her gün aynı yolları, aynı sokakları paylaşan insanlar başka bir dünyanın yabancısı oluverdiler. Kardeşler, düşmana dönüşüverdiler.
Geçen hafta izlediğim ‘Hotel Ruanda’ adlı film, 1994 yılında yaşanan Ruanda katliamını anlatıyordu. Filmde Hutuların, neredeyse 1.000.000 kişiyi bulan Tutsileri ve ılımlı Hutuları öldürmesi ve Hutu olan bir otel müdürünün, ailesi ve diğer Tutsileri kurtarmasını konu ediyordu. Kurtarabildiği 1260 kişi olsa da, gösterdiği büyük mücadele inanılmazdı. Üstelik bu katliam tüm dünyanın gözü önünde yaşanıyordu. A.B.D, BM Barış gücünü geri çekmişti, diğer Avrupa ülkeleri de, kendi milletlerinden olan insanları kurtarıp, yerli halkı gözden çıkarıyordu. Tüm dünya olanı biteni izliyor, fakat katliamı durdurmuyordu. İnsanlar çaresizce, dünyadan bir yardım eli gelmesini bekliyor, fakat o el bir türlü uzanmıyordu.
Filmden birkaç gün sonra İsrail’de yardım gemisine saldırılar oldu. Gemidekilerin bir kısmı yaralandı, bir kısmı esir alındı, bir kısmı öldü. Bütün bu olanlar da yine dünyanın gözü önünde, tüm kameraların canlı yayınında herkese gösterildi. Artık yaşananlar tamamen canlı yayınlarda oluyordu. Filmler sonradan değil, anında gerçeği gösteriyordu. Bir kısmımız izliyor, bir kısmımız da gerçekten bir şeyler yapmak için uğraşıyordu. Fakat tepkilerimizi gösterirken de herkesi aynı kefeye koymak, her insanı aynı derecede sorumlu tutmak mümkün değildir. Benim ülkemde de yanlış şeyler olur zaman zaman ve ben bu ülkede yaşmakla, her şeyi kabullenmiş olmam. Tıpkı başka ülkelerde yaşanan yanlışlıkları da, tüm halka maletmenin olmayacağı gibi. Bu yüzden duyarlılığımızı göstermeli, sesimizi duyurmalıyız fakat, tepkimizi de aynı duyarlılıkla göstermeliyiz. Herkesi karalamadan ve herkesi aynı şekilde suçlamadan.